Bir devlet büyüğümüzün demokrasi ancak ona layık olan bir toplum içindir diye bir sözü vardı. Galiba doğru söylemiş, çünkü yıllardır darbelere maruz kalmış bir toplum son darbede artık yeter diyerek canı pahasına demokrasiye sahip çıktı. Hem istikbalimiz hem demokrasimiz için eğitim vazgeçilemeyecek bir faktördür. Halkımızın şehitler vererek sahip çıktığı demokrasimize siyasilerin, medyanın ve akademik camianın da desteği gereklidir. Demokrasiye sahip çıkan halkımız en kaliteli eğitime layıktır. Ancak, şimdiye kadar ülkemizde eğitime gereği kadar önem verilmedi. Üç ay içinde öğretmen yetiştirildi. Ama kendisi eğitime muhtaç olan birinden eğitim beklemek ise olmayacak bir şeydi. Siyasilerimizin dünyanın hiçbir yerinde olmayan bu tip öğretmen yetiştirilmesindeki becerileri takdir ediliyor mu bilmiyorum. Yüz binlerce öğretmen yetiştirmişiz ama kalite sorunu nedeniyle maalesef özel sektörden talep gelmiyor. Hepsi devletten iş bekliyor. Özel okullar yabancı dil bilen öğretmen bulamıyor. Okulların eğitim kalitesi pek iç açıcı değil.
Eğitim kalitemizi arttırıp ülkesine hizmet edecek sağlıklı nesiller yetiştirmek hedefimiz olmalıydı. Ama galiba tersi oldu. Devletimize çalışıp vergi verecek kalifiye insanlar yerine devletten iş ve emekli maaşı bekleyen kişiler yetiştirmişiz. Nitekim 2-3 aylık çocuklar artist veya dizi oyuncusu gibi gösterilip 30-40 yaşlarında emekli edilerek ömür boyu yattıkları yerden maaş almaları garantilendi. Hükümetin EYT denilen bu garabet uygulamasına muhalefetin karşı çıkarak olmaz, adaleti sağlayalım, herkesi kapsayacak şekilde bir formül bulalım ve insanları çalışmaya iş ve güç sahibi olmaya teşvik edelim demesini beklerdik. Ama muhalefet hükümeti de geçerek stajyerlerin bile emekli olmasını istedi.
Kızım baba ileri demokrasi olan ülkelerde dünya sağlık örgütünün önerisi doğrultusunda hidrojenize katı yağlar yasaklanmış, hatta bir Afrika ülkesi olan Nijerya bile yasaklanması için yasal düzenlemeler yapmış, bizim ülkemizde neden yasaklanmıyor deyince şok oldum. Bir şey diyemedim. Sadece siyasilerimize görev düşüyor diyebildim. Ama ne iktidardan ne de muhalefetten bir öneri yok deyince artık görev bize düşüyor yani yemeyeceğiz ve sanayicilerde üretmeyecek dedim. Beslenmesi ve yaşam tarzları uygun olmayan bir topluluk sağlıklı olamaz. Sağlıklı toplumda ise eşine ve hekime saldırı olmaz. Ama eğitimi yetersiz ve sağlıksız bir toplumu memnun etmek için siyasilerimiz yanlış kararlar alırsa o zaman hekimlere saldırı, kadın cinayetleri gibi olaylar sıradanlaşır ve bunu siyasilerimizin ve sivil toplum kuruluşlarının önerdikleri demokratik sistem değişiklikleri bile engelleyemez.
Gerçek demokrasiyi getireceğiz diyen bir cumhurbaşkanı adayımızın bir kendini bilmez tarafından sözünden cayarsa hesap sorarız diye tehdit edilmesi ise bizi kahretti. Devlet büyüklerimiz hakkında yargılama yetkisi o kendini bilmezde değil yüce yargı makamlarına aittir. Büyüğümüzden hiç ses çıkmaması sanki o kişinin kararını onaylıyor gibi de algılamıyorum. Netice bir başka büyüğümüz de dün dündür bugün bugündür demişti.
Tüm siyasilerimizin ülkemizin geliştirdiği teknolojik ürünleri, bulduğu petrol veya doğal gazı engellemek yerine daha da güçlendireceklerini biliyorum ve diliyorum. Böylece ülkemizin ekonomik düzeyi yükseleceğinden memura ve işçiye zam yapma, kemer sık diyen IMF veya muadili uluslararası kurumlara da gereksinim kalmayacaktır. Sonuçta ister doğrudan olsun ister endirekt olsun demokrasimiz uygulamada güçlenecektir.
Amerika’nın sesinin ABD’nin ulusal devlet, ülkemizin ise federe devlet olarak tanımlamasına şaşırdım kaldım. Çünkü çeşitli milletlerin ve ırkların karışımından olan ABD’nin ulusal devlet olması imkânsızdır. Tersine ülkemiz ise ulusal yapıda bir devlettir. Demokratik batı ülkelerinin ülkemizdeki seçimlere aşırı ilgili hatta maniple edici tavırlarının amacı demokrasimizin gelişmesine yardımcı olmak mı yoksa başka bir şey mi anlayamadım. Irak ve Suriye’ye demokrasi getirmeleri sonucu yaşananlar ise ürkütücüydü. Galiba doğrudan demokrasi bunların önerdikleri veya uyguladıkları değildir.
Bir hukukçu büyüğümüzün iktidara geldiklerinde pasif davranan herkesi cezalandıracaklarını yani kodese attıracaklarını söylemesini ise ibretle ve endişeyle karşıladım. Galiba doğrudan demokrasi bu ise herkes hapiste yatmaya hazır olsun. Öğrenciliğimde fakir aile çocuğu olduğum için mecburen yurtta kaldım. Bir gün yurda aniden bir baskın oldu, polis hepimizi yaklaşık 600 öğrenciyi Ankara emniyet sarayına götürdü. İktidarda ise bu hukukçumuzun büyükleri vardı. Son bir sınava girip fakülteyi bitirecektim, üstelik ağır bir ameliyatta geçirmiştim. Geceyi tahtakuruları arasında geçirdik, sabah yargı önüne çıkmayı beklerken, iki milletvekili geldi (Ağah Oktay Güner ve Osman Kabadayı). Yüzümdeki pansumanlar dikkatini çekmiş olacak ki ne oldu dediler bende sınavım var buradan çıkmak istiyorum dedim. Sağ olsunlar o büyüklerim sayesinde olası bir mahkûmiyetten kurtuldum. Ama kredim kesildi, yurttan atıldım. Ama olsun bugün profesör isem onlara borçluyum. Bu acı deneyimleri yaşamış biri olan ben, o vakitler yurtta siyasete karışan birisi olmadığımdan ot (pasif) olarak adlandırılıyordum. Pasif davrananları cezalandıracaklarını söyleyen hukukçu ablamı işitince dehşete kapıldım. O korkunç karanlık günlere dönmekten Allah bizi korusun.
Siyasiler bizim her şeyimiz onlardan tek beklentimiz ülkemizi ve sınırlarımızı terörden korumak, adaletin ve hukukun gereğini yerine getirerek ülkemizi barış ve huzur içinde yönetmek, yabancı dil bilen kaliteli eğitim almış nesiller yetiştirmektir. Ayrıca, siyasilerimiz Fırat gibi yurdunu seven gençleri şehit eden teröristleri burs vererek asla desteklememelidirler. Siyasilerin uygulamalarını halkımız gözden geçirerek karar verecektir. Seçimler sonucu ortaya çıkan halkın kararına saygı göstermek hepimizin görevidir. Zaten demokrasi de halkın tehdit edilmesi değil halkın kararına saygı göstermek demektir..