Diğer meslek gruplarına oranla, haklı olarak gördükleri daha fazla hürmet, itibar ve saygı nedeni ile ve “ulaşılamayan etin mundar” olduğu zehabıyla olsa gerek, hekimleri toplumun gözünde itibarsızlaştırma gayretleri her sahada, her geçen gün daha da artmaktadır.
Tarihin hiçbir döneminde, dünyanın hiçbir ülkesinde günümüzdeki derecede bu meslek itibar kaybetmemiş ve düşman olarak belletilmemiştir. Sanki insanların şuur altlarında yerleşmiş iflah olmaz bir “aşağılık kompleksi virüsü” beyinleri bir solucan gibi kemirmekte; gözü dönmüş, rekabet kabul etmez, kıskançlık, haset ve düşmanlık için her zaman bir plan ve program yapmaya mecbur etmektedir. Zira şahit olunan hadiseleri başka türlü akıl, vicdan ve muhayyile çerçevesi içerisinde değerlendirmek mümkün olmamaktadır.
Doktorları memurlaştırmak için hiçbir şeyden taviz verilmemiş, elden gelen her ne varsa esirgenmemiştir! Oysa hekim asla ve asla ettiği yemin, aldığı eğitim ve mefkûresi itibarıyla memurlaştırılmaya müsait değildir. Bu hususta daha önce (2013) bu köşemde yayımladığım makalemde de (https://www.medimagazin.com.tr/authors/ismail-hakki-aydIn/tr-hekim-mi-memur-mu-72-87-3345.html) ifade ettiğim gibi, gerek deontolojik gerekse vicdani mesuliyetlerimiz vardır.
Elli yıla yakındır tıbbın içerisinde olan ve kırk yılı nöroşirurji sahasında (beyin, omurilik ve sinir cerrahisi) çok severek mesleğini icra eden ve binlerce doktor, beyin cerrahı, doçent ve profesör yetiştiren bir akademisyen, bilim adamı ve hekim-cerrah olarak meslektaşlarımın acısını hep içimde hissettim. Çözüm yollarına ilişkin raporlar, makaleler ve kitaplar yazdım, konferanslar verdim, televizyon programlarına iştirak ettim. Kimsenin umurunda olmadı.
Çınar yaprağı, kantaron, sülük tedavisi ve hacamat derken, “Her hastayım diyen acildir!” felsefesi ile herkese tomografi, MRG ve doktorlara hadlerini bildirerek (!) de sağlıkta çağ atladık (!) da arkaya dönüp baktığımızda bir arpa boyu yol alamadık! Ama tabiatımıza aykırı olsa da bir şekilde memurlaştırıldık. Ne hikmetse hekimleri döven, hakaret eden ve hatta katleden canavar ruhlu, sapık, haysiyetsiz, namussuz ve şerefsiz, beyinleri irin dolu iblîsî mahlûklara, doktorların da “MEMUR” ve “İNSAN” olduklarını öğretemedik! Bu arada, olaylara kıs kıs gülen bazı kıskanç, hasud, çanakçı idarecilerin ve suyun başında olanların hakkını da yemeyelim!
Hekimler, memurlaştırılmaya memurlaştırıldılar lakin bazı memurlara tanınan legal haklardan onların mahrum bırakılması için ellerinden gelen her ne varsa ardına konmamıştır. Yazdıklarımın tesiri olmasa da susmaya da gönlüm razı olmuyor. Yoksa bu şeytana pabucu ters giydiren düzenlemeleri sineye çekmek ne mümkün!
Bu hususta çok küçük bir örnek vermek istiyorum. Hekimler gibi “MEMUR” statüsünde olan birçok “sanatçı” mesaileri dışında çalışabilmekte, korolar yönetmekte, genel ve özel kurum, kuruluş ve organizasyonlarda icra-i sanat yapmakta, birçok öğretmenin yaptığı gibi öğrencilere özel dersler vermekte ve haklı kazanç temin etmelerine karşın, doktorların mesaileri dışında kendi istirahatlarından fedakârlık yaparak, mesleklerini şu ya da bu şekilde icra etmelerine müsaade edilmemektedir. Çeşitli mülahazalarla, büyük bir camiayı töhmet altında bırakarak hekimlerin yasaklanan bu haklarının iade edilmesinin gerekliliğine inanıyorum. Çok zor yetişen bir doktorun, dünyanın birçok ülkesinde kullandığı bu mesleki, insani ve deontolojik hakkından mahrum bırakılmasını doğru bulmuyorum.
Dilerim, şiddete maruz kalmakta “şamar oğlanına” döndürülen hekim camiasının, Allah korkusu ve aklıselim ile her türlü problemini halledecek gerekli, samimi ve insaflı düzenlemeler ve hukuki yapılandırmalar bir an önce erdemle hayata geçirilir de meslektaşlarımız nefes alır…
Okuyucuları ile henüz buluşan, on sekizinci kitabımız olan “Rubaiyyât-ı Bircis” (Girdap Kitap, İstanbul, 2018)den bir rubaimizle makalemizi bitirelim.
EY GÖNÜL!
— • — — /— • — — /— • — — /— • —
(Fâilâtün, Fâilâtün, Fâilâtün, Fâilün)
Gül durur, gülşen dururken, târumârsın Ey Gönül!
Dizde derman yok mecâlin ihtiyârsın Ey Gönül!
Her çilenden zevk alırsan, yükselirsin dağ gibi,
Rabb’e şükr et, derdin artsın, bahtiyârsın Ey Gönül!