Bir gün Hz. Muhammed’e şiddetli baş ağrısı nedeni ile başvuran bir hasta, derdini anlatınca, “Git her sabah bir parmak bal yut.” cevabını alır. Fakat hasta, bir hafta bu uygulamadan sonuç alamayınca tekrar Peygamber’e döner ve şikâyetinin geçmediğini söyler. Peygamber “Falan yerde bir doktor var, ona git.” deyince, doktora gider. Doktor da “Her sabah bir parmak bal yut.” der ve aynı uygulamayı devam ettirince hasta düzelir. Peygamber’e dönüp durumu anlatınca şu cevabı alır: “Allah, şifa için doktoru aracı kılmıştır, bütün peygamberleri ise Allah’ın tek dini olan İslam dinini tebliğ etmek için aracı kılmıştır.” cevabını alır.
Konuya bu kıssa ile girmemin nedeni, doktor olarak bizlerin konumumuzu hatırlatmak ve mesleğimizi yerine getirirken, hastaya bizim tedavimize muhtaç ve şifa için aracı olmamızı bekleyen bir kişi olarak yaklaşmamız gerektiğini vurgulamaktır.
Şirk koşma konusuna girersek, önce şirk koşmanın ne olduğuna değinmek gerekiyor. Çünkü asırlardır bu kelime sadece herhangi bir puta tapınma şeklinde empoze edilmiş ve biz insanlar bu aldatılış ile bugünlere gelmişiz.
Şirkin apaçık-aleni olanı, Allah diye bir gücü hiç kabul etmeyip reddetmek ve bir canlıyı (insan, hayvan veya bitkiyi), bir cismi (heykel veya benzeri) veya bir eşyayı ilah kabul edip, ondan ilahi bir yardım beklemek ve bu yardımı yapsın diye ona dua etmek, hatta secdeye varmaktır.
Şirkin yarı açık diyebileceğimiz şeklinde kişi Allah’ı tanımakta, fakat duasını ve ilahi yardım istemi için duasını veya secdesini/ibadet olarak namazını doğrudan Allah’a değil de, aracı olarak bir canlıyı (kişi, hayvan veya bitki) araya koyarak ona dua etmekte, yardımı ondan istemekte, bu isteğini de aracının Allah’a ulaştırmasını beklemektedir. Diğer bir ifade ile kişi, Allah’a inancında, aracı olarak koyduğunu vazgeçilmez bir ikinci olarak önemsemekte ve onsuz Allah inancının eksik olacağına inanmaktadır. Bu grupta olanların bazısı ise Allah’a inancı olduğu halde, Allah’ı hiç düşünmeden, sadece bu aracıdan ilahi yardımı gerçekleştirmesini talep etmekte ve bu gruptakilerin bir nevi bir alt grubunu oluşturmaktadır.
Şirkin üçüncü grubunda ise kişi Allah’a iman etmekte, ibadetlerinin gereğini yerine getirmekte, fakat özellikle şekli ve başkalarının fark edecekleri ibadetlerini (namaz-oruç-hac-infak veya zekat), bazen veya çoğunlukla başkalarının dikkatini çekmek ve onlardan bir karşılık (maddi, makam, rütbe, atama, zam, kıdem, yardım, iş, hediye, ilgilenilme vs.) beklemek üzere yerine getirmektedir. Yani, ilahi amaçlı olması ve sadece Allah’ın rızasının gözetilmesi gereken bir girişim, başka bir kulun, yani bir yaratılmışın rızasına dönüştürülmüş olmaktadır.
Dikkat edilirse, her üç tip şirk koşmada Allah tek ilah olmamakta ve ilahi aktivitede mutlaka yanında bir ortak bulunmaktadır. İşte, Allah’ın bizlerden istediklerinin başında, ilahi bir yardım bekleme istek dilekçesinde (yani duada), başka bir canlı veya cansızın o dilekçeye paraf imzasının attırılmadan, kendisinden yardım isteyenin tek imzası ile ve doğrudan kendisine sunulmasıdır.
Peki, biz doktorlarda durum ne?
Doktor olarak daha ayağımızı hastane kapısından atar atmaz başlatılan PERFORMANS denilen ucube ve kaos kaynağı uygulama başlamadan önce bazı çürümüş elmalar dışında, çoğunluğumuz kendimizi gerçekten Allah ile hasta arasında şifa aracısı olarak görür ve mesleğimizi bu ilahi duygu ve haz ile uygulardık. Her hastamızın iyileşmesi ve yüzündeki ıstırabın sevince dönüşmesi bizler için en büyük mutluluk ve ücretti. Çünkü içimizde gerçekten imanlı olanımız, esas ücretimizin Allah tarafından takdir edileceği, hatta takdir edilmekte olduğu inancındaydık. Karşımıza gelen hastanın sadece teşhisini koyduğumuz hastalığını, yine sadece yapacağımız en uygun tedavi girişimini, maddi durumunu düşünür ve mutlaka duygu durumuna da ortak olurduk. Gereksiz tetkikler istemez, gerekmedikçe ameliyata yanaşmaz ve ameliyatı en sona bırakırdık. Endikasyonlarımız da tutarlıydı. Bizim hastaya, dolayısıyla da hastanın ve hasta yakınlarının da bize saygısı vardı ve bu duygu tüm toplumda da yerleşmişti. Diğer bir ifadeyle, biz doktorların mesleğimizi uygularkenki amacımız, sadece Allah’ın rızasını kazanmak, bizi şifa aracısı olarak görevlendirmesine layık olmaya çalışmak ve hastaya şifa vermekti. Bundan sonra gelen beklentimiz ise ailemizin geçimini sağlamak, çocuğumuzu okutabilmek, sığınacak bir evimiz ve bizi taşıyacak bir arabamızın olmasıydı. Aile durumu uygun olan ve maaşını yeterli bulan muayenehane stresine katlanmıyordu. İhtiyacı olan ise mecburen muayenehane stresine katlanıyor, ailesine daha az zaman ayırmayı göze alıyor, fazla çalışarak sağlığını zorluyor ve izinlerinden fedakârlıklarda bulunuyordu. Ve hepimizin tek beklentisi, “Keşke doktor maaşları bu ihtiyaçlarımızı karşılayacak kadar veya taksitlerimizi düzenli ödeyebilecek şekilde olabilse” ile sınırlıydı. Çünkü 1970’lerde, ben ve rahmetli eşim (Prof. Dr. M. Necla Özdemir) ancak dört yıl pratisyenlik ve asistanlıktan sonra ve her ikimiz maaşlı olduğumuz halde ancak bir arabayı (Renault 12) taksitle alabilmiştik. Dediğim gibi, çürümüş birkaç elmamız dışında, muayenehanesi olanımız, olmayanımız, doktor olarak çoğunluğumuz hep bu düşünce yapısındaydık. Bu nedenle de, yapılan laboratuvar tetkik sayıları makul düzeylerdeydi, hele hele girişimsel tetkikler ve yapılan ameliyatlar kesinlikle abartılı değildi ve endikasyonlar etik sınırlar içindeydi. Yine birkaç abuk örnek dışında, çoğunlukla Allah ve şifa önceliğimize parayı karıştırmıyor, yani hastaya yaklaşımımız şirk konusu olmuyordu. Zaten böylesi meslektaşlara ben daima “Doktorluğu ile aldatanlar” deyimini kullanırdım. Yine hekim saygınlığının gerçekten bulunuşu nedeni ile de sağlıkçıya saldırı nadir vakalardandı.
İşte ne zaman ki PERFORMANS ucubesi devreye girdi, biz doktorlar da ŞİRKE SOKULMAYA ZORLANMIŞ olduk. Benim garibime giden ve daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, bu performans işini insan psikolojisini bilmesi ve atacağı her adımda bunu göz önünde bulundurması gereken Sağlık Bakanlığının böyle bir hatayı yapmış olması olmuştur. Karar alma konumundaki yetkililerin insanoğlunun dünya süsüne-malına düşkün bir yapıda, gözü doymayan, aşırı hırsa meyilli, elde ettikleri nedeni ile aşırı derecede şımarıp azmaya ve önceliği bu nefslerine vermeye her an yatkınlık gösterecek bir yaradılışta olduğunu bilmeleri beklenirken, uygulamaya konulan performans uygulaması bunun tersini göstermiştir. Çünkü bu yetkililerin, insanın gördüğü öğretimin, yaradılışında bulunan saydığım bu kişilik özelliklerini en ufak bir değişikliğe uğratmamakta olduğunu, ancak sadece isminin başına bir unvan eklenmesini sağlamakla sınırlı kaldığını bilmeleri gerekirdi diye düşünüyorum. Çünkü şimdiye kadar uygulanan performans sistemi, yukarıda saydığım insan yapısı paralelinde bir seyir göstermiştir. Laboratuvar tetkikleri, girişimsel tetkikler ve ameliyat endikasyonlarının oldukça geniş ve gereksiz tutulması nedeni ile sayılar kat be kat artmış ve sağlık harcamaları yedi sekiz kat artarak devlet bütçesini telafisi zor çıkmazlara sürüklemiştir.
Performans uygulamasında verilen maaşlar çok düşük, aile geçimine ve çocukları okutmaya yetmemekte ve en önemlisi de emekliliğe yansımamaktadır. Dolayısıyla hekim arkadaşlar başta olmak üzere, bütün diğer sağlıkçıların çoğunluğu da mecburen hem maaşlarındaki perişanlığı gidermek hem de az olan maaşa mahkûm olacakları emekliliklerini biraz da olsa güvence altına alabilmek telaşı ile para getirisini ön plana almış durumdalar. Böylece Allah’ın rızası ve hasta şifası şirke bularak ikinciliğe düşmüş olmaktadır.Bu uğurda ve sadece performansı arttırmayı gözeterek yapılan gereksiz tetkikleri, gereksiz hasta yatırmalarını, gerekmediği halde konan ameliyat önerilerini (benim eşim olduğunu söylemeden muayene olan eşim ve diğer yakınlarımda da) ve yapılanları görüp duydukça içim sızlıyor emin olun.
Keşke hekimler ve diğer bütün sağlıkçılara, emekliliklerine de yansıyacak doğru dürüst bir maaş sistemi ile maaş verilse, bu maaş karşılığı olmak üzere her bir branşın aylık ve yıllık asgari aktivitelerinin sayıları belirlenip, bu sayıları aşan miktar performans diye ve doğru dürüst olan maaşın bir katını geçmeyecek şekilde ayarlansa diyorum. Yine sayı ve çetele tutmaktan çok, kaliteye önem verilse, bilimsel araştırmalara ise çok çok daha önem verilse. Ayrıca, çok ağır denetlemenin olduğu ve istismar edenin afsız-acımasız, hak ettiği bir ceza ile cezalandırılacağını bilerek de isteyene muayenehane açma serbestisi verilse ve böylece de bir doktor yerine iki doktor şeklinde bu doktordan yararlanma benimsense. Ve de sağlıkçı hakları ve sorumlulukları ile hasta ve hasta yakını hakları ve sorumluluklarını birlikte değerlendirebilsek diyorum. Böylece de umuyorum ki, biz doktorlar parayı ve dolayısıyla performansı öncelemekten, dolayısıyla da şirk koşmaktan kurtulup, tekrar Allah’ın rızasını ve hastanın şifasını öncelemeye, hedeflemeye döneriz. Daha az saldırı hedefine de tabii.
Yetkililer maaş konusu için “Maaşı yükseltemiyoruz, çünkü Maliye bu kadar para vermez.” diyor. Ben de diyorum ki; “Yasal prosedürü ayarlayıp, şimdiki döner bütçesinden belirli bir oranı o kurumun maaş bütçesine aktaralım ve emekliliğe de yansımak üzere maaş olarak ödemeyi buradan yapalım. Bu maaş, belirlenen aylık ve yıllık asgari mesleki aktivitelerin karşılığı olsun, bunu aşan aktiviteler ise üç-altı ayda ödenmek üzere prim olarak verilsin. Böylece, kişinin maaşı zaten normal geçimini artık sağlayacağı için, para şirki ikinci plana düşer ve gerçek olan hastaya şifa hedefi hemen ön plana çıkmaya başlar. Biliyorum, bu beklentim birçoğu kişiye afakî gelecek, ama hepimiz biliyoruz ki “Her gerçek, önce bir hayaldir.” ve böyle başlamıştır.
İnşallah diyelim bakalım!