Bu yazı da nedir? Diyeceksiniz. Neden doktorunu arıyorsun? Sorusu da sorulabilir. İşte bu sorunun yanıtı, beni yıllar önce tedavi etmiş olan ve bugün sayıları çok azalmış bulunan ve daha o yıllarda tıp etiği kavramı yokken hasta-hekim ilişkilerini çok iyi bilen ve bunun yanında örnek olabilecek babaca davranışları olan bir hekimimizle ilgili izlenimlerdir.
Gerçekten de yaşamımda örnek hekimlik izleri bırakmış olan doktorumu çoğu zaman aramakta ve onun gibisini bulmakta zorluk çekmekteyim. Duodenum ülseri geçirmekte olduğum yıllardı ve ben yine doktora gitmeye çekiniyordum. Ancak bir ahbabımızın önerisi ve annemin de telkinleriyle ve daha önce çektirdiğim röntgenle duodenum ülseri olduğumun anlaşılmasıyla hâlâ unutamadığım doktorun yolunu tuttum. Beni doktorun güler yüzlü bir yardımcısı karşıladı ve ben çok az bir bekleme ile babacan tipli, ancak yumuşak ve bir hekim olarak da etkileyici olan doktorun odasına girdim. Doktor önce beni tanımaya çalıştı ve doğaldır ki hastalığımın anamnezini aldı. Sonra beni iyice muayene ederek tanıyı koydu. Bütün bu aşamalarda onun tek kuralı, hastasıyla empati kurmaktı. Kendisi bir gastroenterolog olduğundan, hastalığımla ilgili tanıyı ve tedavi seçeneklerini söylerken bana gösterdiği etkili babaca davranışı unutamam. Doktor bu hastalığı yenmek için mutlaka stresten uzak kalmam gerektiğini söylüyordu. Bunu gidermek için yönelttiği bazı sorular ve bu sorulara benim verdiğim cevaplara göre bazı önerilerde bulunuyordu. Burada doktorum beni iyileştirmek için etkileyici konuşma yapıyor ve her şeyden önce sağlığın önemli olduğunu vurguluyordu. Mesela: "Seni üzen her ortamı ve insanı o anda terk et." cümlesi kulaklarımda hâlâ çınlar. Doğaldır ki bu, onun bana belki o anda olamayacak ve beni moralman düzeltecek ve ülserin etkilerini azaltmaya çalışacak yarı şaka, yarı ciddi önerilerinden biriydi. Eğer doktorum bugün yaşasaydı, eminim ki yine tanı aletlerinden önce insanı obje olarak alır ve onu moralman takviyeye çalışırdı.
Yıllar geçti, ultrason vb. gibi tanı araçlarının uygulamaya girmesi ile hekim-hasta ilişkileri zayıflamaktaydı. Ancak doktorumun hastalarla olan ilişkileri hiç azalmadı. Onun için önce insan geliyordu ve bu her zaman böyle olmalıydı. Nitekim ölümünden birkaç yıl önce yine kontrol için kendisine gittiğimde aynı insancıl, empatik ve sevimli babacan tavırlarla beni muayene etti ve sevimli, babacan önerilerini yine bildirdi.
Bir süre sonra yine ülserimle ilgili bazı şikâyetler için onu aradığımda vefatını öğrendim. Çok üzüldüm. Ancak bunun da ötesinde bundan sonra sağlığım için kime gidecektim? O günden bugüne dek onun düzeyinde ve etik değerlere sahip bir hekime rastlayamadım. Doğaldır ki nadir de olsa ona benzer hekimler vardı, ancak ben bulamıyordum. Sanki o bizim aile dostumuz, arkadaşımız ve kurtarıcımızdı. Ona bu bağlamda büyük bağlılık duyuyordum. O, ailemizin gerçek anlamda hekimiydi. Bu sözlerimle bugünün aile hekimlerini kastetmiyorum. O dönemlerde ve bugün de bazı ailelerin yakın oldukları ve hasta olduklarında hemen yanlarında olabilen ahbap bir hekim yakınları vardır ki, işte benim doktorum bu tip bir hekimdi ve daha da ötesi moral değerlere sahip örnek bir insandı.
Bugün tıp etiği derslerinde anlattığımız ve her gün dilimizden düşmeyen ideal hekim tipi budur ve hastasının ileride anacağı ve özleyeceği bir dost insandır. Gerçekten de böyle insanlar yalnızca meslekleri açısından değil, insana değer veren kişi olmaları bakımından da örnek kişilerdir. İşte ben de o gün bugündür doktorumu arıyorum ve hastalanmamaya çalışıyorum.