(tababet san’atının icrası ile geçen 33 yıl / anı 10)
Ağrı Merkez Verem Savaş Dispanserine başladığım ilk aylardı (sene 1989). Yeni mezun bir hekimin heyecanı ve dinamizmi ile bir şeyler yapmak, altı yıl boyunca edindiğim bilgi ve emeğin hakkını vermek istiyordum. Fakat saha deneyimi ve pratik konusunda eksiğim çoktu.
Dispanser arşivini bütünüyle gözden geçirip bir çekidüzen vermiştim. Dispanserde verem hastalarına ücretsiz verilen verem ilaçlarının, bizzat tarafımca hastaları görüp incelemeden verilmemesi konusunda hemşirelere talimat vermiştim. Zira, özellikle tedavi altında gözüken ve takip altında olan hastaların son durumlarını bilmek istiyordum. Hatta bu amaçla, hastaların adreslerine bir mektup yazıp postaya verdirtmiştim. Hazırladığım davet yazısının altına da “gelmediğiniz takdirde jandarma eşliğinde (jandarma korkusuna da atıf yok değil hani) getirilmek zorunda kalabilirsiniz” diye de bir not düşmüştüm. Zaten mevzuata göre, kamu sağlığını tehdit eden hastalıklarda gerek olması halinde böyle bir uygulamaya da başvurulabiliyormuş. O notu koymanın ne kadar etkili ve isabetli olduğunu da kontrole gelen hastalara, gelme nedenlerini sorduğumda görmüş oldum.
Hastalar ilaçlarını almaya genellikle köylerinden şehir merkezine indiklerinde uğruyor, dispansere uğrayıp bir nevi öksürük kesici gibi gördükleri bir miktar ilaç alıp gidiyorlardı. Bu şekilde düzensiz biçimde yıllarca tedavi altında gözüken ve zaman zaman ilaç almaya gelen bir hastanın balgam muayenesi pozitif çıkmıştı. Hasta üstelik ilaca dirençli bir verem vakası idi ve ne yazık ki bu haliyle de toplum içinde gezip dolaşmaya devam ediyordu.
Bir gün hemşirelerimizden biri, yaşlı bir hastanın ilaçlarını alıp gitmekte ısrar ettiğini, muayene olmak istemediğini belirtti. Hastayı çağırmasını söyledim. Geldi ve dedi ki, “Doktor bey, bize zaten verem teşhisini dahiliye uzmanı muayenehanesinde koydu ve ilaçlarımızı parasız buradan alabileceğimizi söyledi, sırf bu yüzden geldik”. Ben de “Elinizde hangi tahliller var, teşhis nasıl konuldu?” dedim. “Akciğer filmine göre konuldu, doktor akciğerde kavite (boşluk) olduğunu söyledi” dedi. Ben de dedim ki, “Haklı olabilir ama kavite yapan birçok hastalık var. Bu nedenle balgamınızda ARB denilen (mikroskop altında verem mikrobu bakılması) ve vereme özgü bir test yapalım, onun neticesine göre ilaç verelim amca” dedim ve dispanserin içindeki laboratuvara yönlendirdim.
Ben testin sonucunu bekleyedurayım, bir süre sonra masamdaki telefonum çaldı. Arayan Ağrı Devlet Hastanesi Başhekimi ve aynı zamanda İl Sağlık Müdür Vekili olan çocuk hastalıkları uzmanı idi. “Doktor bey, neden hastanın işini yokuşa sürüyorsun da ilaçlarını vermiyorsun” dedi. Anladım ki, hasta laboratuvara değil tekrar muayenehaneye gidip beni uzmana, uzman da başhekime şikâyet etmiş. Durumu izah ettim fakat buna rağmen ”Uzman abinin koyduğu teşhise neden güvenmiyorsun? Bırak test filan yapmayı, derhal hastaya ilaçlarını verin” dedi ve telefonu kapattı. Ben de çağırdım hemşireyi ve “verin hastaya ilaçlarını, gitsin” dedim.
Hasta aradan bir iki ay kadar sonra tekrar geldi, şikâyetlerinin geçmediğini ve daha da kötüleştiğini söyledi, akciğerdeki kavite de aynı şekilde duruyordu. Ben de hem evvelki tatsız hadiseden dolayı ama daha da önemlisi akciğer kanserine bağlı bir kavite olabileceğini düşünerek hastayı en yakın ileri tetkik ve tedavi merkezi olan Erzurum Numune Hastanesine sevk ettim.
Anlaşılan yeni mezun genç bir pratisyen hekim olarak ne hasta, ne uzman doktorlar, ne de başhekim (ve sağlık müdürü) nezdinde bir önemimiz, değerimiz yokmuş. İşte bu ve benzeri sebeplerden dolayıdır ki “en kötü(!) uzmanlık, en iyi pratisyenlikten iyidir” diye bir anlayış vardır yeni mezunlarda ve Tıpta Uzmanlık Sınavı bu durumdan kurtulmanın bir çaresi olarak görülür.
Verem Savaş Dispanserlerinde yalnız ilaç, test, aşı değil akciğer filmleri de ücretsizdir. Bir iki defa röntgen teknisyeninden, il sağlık müdür yardımcılarından birinin ücretsiz film çektirmek için dispanseri kullandığını duymuştum. Teknisyene dedim ki, ”Bu dispanserin tabibi ve amiri benim. Benim iznim olmadan hiç kimse böyle bir hakka sahip değildir. Ben izin vermeden çekmeyeceksin”.
Çok geçmedi, bir gün odamda otururken telefonum çaldı. Arayan il sağlık müdür yardımcılarından biri idi. “Benim hastalarıma akciğer filmi çekilmesine mani olan sen misin?” dedi. “Evet” dedim. “Dispanserde çekilen akciğer filmleri veremli ya da verem şüphesi olan hastalar içindir ve bu konuda karar verme yetkisi de dispanser tabibine aittir” dememle birlikte “sen kendini ne sanıyorsun” ile başlayan ve bolca hakaret, tehdit içerikli sözler arka arkaya bir anda telefonun öbür ucundan üzerime boca ediliverdi. Ben de cevap vermeye ve iade etmeye bile tenezzül etmeden telefonun ahizesini kapadım. Ve sonrasında bir halt da olmadı. O kendini bilmez kişi de bir daha akciğer filmi istemeye cüret dahi edemedi.
6 yorum
İrfan kardeşim, belli ki bürokrasideki hiyerarşiyi olageldiğince yanlış anlayıp oturdukları koltuklardan güç devşiren zavallılarla epey mücadele etmişsin, hepimiz gibi. Malum, demişler, “Çelebi, bizde böyle olur bu işler”.
Kalemine, eline sağlık.
Muayenehanecilikten bu şekilde vatandaştan para tırtıklayan yamyamlar yüzünden, hepimiz ”eli vatandaşın cebinde olan doktor” yaftasına muhatap kaldık efsane sağlık bakanı tarafından.
Genelleme yapmak ve bir kesimin yaptığını bütün bir meslek grubuna teşmil etmek her zaman yanlış bir yol olagelmiştir. Bu şekilde bakarsak şayet ‘vatandaşın cebine el uzatmayan’ hangi meslek grubu var ki?
Bir de muayenehanecilik azalsa da hala devam ediyor ve özel hastane zincirlerinin kurulması şikayet edilen yanlışları tümuyle önlemedi belki organize edip daha da büyüttü. Yine elbette isini güzel, doğru dürüst ve hakkını vererek yapan kişi ve kurumları tenzih etmek gerekir.
” özel hastane zincirlerinin kurulması şikayet edilen yanlışları tümüyle önlemedi belki organize edip daha da büyüttü” EVET. Belki de murat edilen buydu.
Bu anının ve bu sitede yayınlanmış diğer anıların gözden geçirilmiş son hallerinin ve ayrıca yayınlanmamış birçok anının yer aldığı ve bir yılı aşkın süredir üzerinde çalıştığım kitabım “BENİM YOLUM / Tababet San’atının İcrası İle Geçen 33 Yıl”, 08.12.2021 tarihinde okuyucu ile buluştu. Kitap 378 sayfa olup Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık (KDY) yoluyla yayınlandı ve kitapyurdu sitesinde satışa sunuldu. Kitabı incelemek ve edinmek isteyenler için internet adresi; https://www.kitapyurdu.com/kitap/benim-yolum/602498.html
“BENİM YOLUM – Tababet San’atının İcrası İle Geçen 35 Yıl” KİTABIMIN “GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ VE İLAVELİ 2. BASKI”SI ÇIKTI.
İKİNCİ BASKIYA ÖN SÖZ’Ü OKUMAK İÇİN;
https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2023/09/benim-yolum-tababet-sanatnn-icras-ile.html