Başlığı “Sadece Biz Doktorların Kafası Kel!!!” olan ve 14 Aralık 2009 tarihinde yayımlanan köşe yazıma şu paragraf ile başlamıştım.
“Yakın tarihimize baktığımızda, Tıbbiye-i Şahane döneminden başlamak üzere ülkenin gelişimine yönelik girişimlerde doktorlar daima öncü rolü oynamışlardır. Çünkü bizler, diğer tüm mesleklerden farklı olarak, insanın bedeni ve duygusal özelliklerindeki hastalıkların tedavisinde doğrudan muhatap olan ve bu değişimleri hastalarla bizzat birlikte yaşayan, sevinçler yanında üzüntüleri de doya doya özümseyen konumdayız. İnsanlara şifa vermede Allah’ın yeryüzündeki halifesiyiz. Zamanla da insan yaşamının önemi yanında maddiyatın önemsizliğini, kalp kırmanın ve yıkıcı ihtirasın gereksizliğini de iyice gözlemekteyiz. Bizim için hastamızın gülmesi ve sözle olmasa bile gözleri ile bize teşekkür eder gibi yapması ve sevecen bakışları, hiçbir maddi değerle değişilmeyecek mutluluk ve yaşam kaynağımızdır. Herhangi bir meslekte yüzde 10’luk bir bozulmuşluk ve mesleğini kötü kullanma göze batmaz ve toplum tarafından tolere edilebilir, hatta bir başarı olarak da değerlendirilirken, hekimler içinde 1/1.000’lik bir istismarcının varlığı hemen acımasız bir eleştiri yağmuru ile karşılanır ve nedense tüm hekimler suçlanır ve aynı kefeye konarak insafsızca yargısız bir infaz uygulanır. Çünkü biz doktorların başı kel!!!.”
Kısaca 4+4+4 olarak tanımlanan ve Milli Eğitim Bakanlığının teklifi ile yasalaşan kanuna göre, 60-66 aylık çocuklar sorumlularının istemine göre okula başlatılacak veya başlatılmayabilecek. Yaşı 66 ayın üstünde olan çocuk ise yasa gereği zorunlu olarak ilkokula başlatılacak. Yoksa yasal sorumluları para cezası ile cezalandırılacak.
Bu kanun ile ilgili birçok yazı yazılıyor, demeçler veriliyor ve olabilecek zararları konusunda hemen hemen her şey söyleniyor. Bu nedenle, mümkün olduğunca bu sakıncalara değinmek istemiyorum.
Sağlık Bakanlığı, doktorların ve diğer sağlıkçıların tıbbi teknoloji ve malzeme eksiklikleri ile idari sorunlardan hiç bahsetmeksizin, ortaya çıkan tüm olumsuzlukların sebebi sanki doktorlarmış gibi bir yaklaşım sergileyerek hasta ve yakınlarının gözünde suçlu duruma sokmuş ve yukarıdaki paragrafta değinmiş olduğum gibi bin doktordan sadece biri çürük çıktı diye, tüm doktorları itham eder bir yaklaşım sergileyip durmuştur. Böylece de, amacı hastayı iyileştirmek ve onun mutluluğuna ortak olabilmek olan biz doktorların tek hedefi sanki para beklentisiymiş gibi kamuoyu oluşturulmuş ve doktorlar başta olmak üzere sağlıkçılara sözel, bedeni ve hatta öldürmeye varacak kadar hasta ve hasta yakınlarının yoğun saldırılarına muhatap kılmıştır. Keşke bu performans denilen ve sanki doktorların tek hedefi paraymış gibi bir ön yargıyı pekiştiren uygulamanın yerine, gördüğümüz eğitim süresi ve mesleki riskliliğimizin göz önünde bulundurulduğu ve hâkim-savcı gibi başka mesleklerdeki maaş değişimleri örnek alınarak emeklilik maaşımızın yansıtılacağı uygun bir maaş sistemi uygulansaydı. Paraya dayanan bu performans sistemi yerine, çok çalışanı ve üretken olanı değerlendirmek üzere kişinin aile bireylerini de rahatlatacak manevi ödüllendirmeler, atama öncelikleri, ek puanlar verme, derece yükseltmeler, ulusal ve uluslararası toplantılara katılım destekleri, tatil köyleri oluşturup oralarda ödül amaçlı konaklatmalar vs. gibi ödüllendirme yöntemleri benimsenseydi.
Biliyoruz ki, Bakanlık olarak doktorların vermiş olduğu raporların bazı durumlarda soruşturma konusu yapıldığı, konulan teşhislerin kabul edilmediği, hatta “Rapor verirseniz şöyle yaparım, böyle cezalandırırım.” denilerek tehdit edildiği de olmuştur. Şimdi ise bakıyoruz, başka bir bakanlık olarak Milli Eğitim Bakanlığı, 66 ay üstündeki çocuklarını okula göndermek istemeyen aileleri doktor raporuna yönlendirmektedir. Toplumda başı kel olan tek meslek mensubuyuz ya!!!
Demek ki kanunda bir yanlışlık var, çözümü de “başı kel” olan biz doktorlara havale ediliyor. Böylesi bir çözüm, hem doktorları güç durumlara sokacak hem aileleri gereksiz arayışlara zorlayacak hem de o yaştaki çocukları belki tüm yaşamlarında olumsuz yönde etkileyecek olan “yetersizlik ön yargısına” sokabilecek bir imajla yaşamalarına yol açabilecektir. Hâlbuki mademki kanunda böylesi bir çare arayışını gerektirecek bir açığın farkına varıldı, keşke olgunca davranılıp hata kabul edilse ve bu hatayı telafi edecek yasal bir düzeltme veya şimdiki gibi hızlı bir düşüşle değil de, zorunlu eğitim yaşında iki veya üçer aylık düşüşlerle bu düzenleme yapılmış olsaydı. Çünkü ailelerin en büyük korkuları, 5,5 yaşındaki çocuklarının 7 yaşlarındaki ve birçok yönden daha gelişmiş olacak diğer çocuklarla aynı sınıfta olup ezilmesi ve bu duygunun tüm yaşamında onu olumsuz etkileyeceğidir.
Peki, bu durumda bir Bakanlık “Rapor verilsin.” derken, acaba Sağlık Bakanlığının bu seferki tutumu ne olacak? Verilecek raporları yine incelemeye tabi tutacak ve verenler hakkında bir işlem yapacak mı? Çünkü bu defa da biz doktorların yine kafası kel ya!!!
Ve Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığının yayımlamış olduğu genelgede rapor için şart koşmuş olduğu çocuk nöroloğu veya çocuk psikiyatristi branşlarının Türkiye’deki sayısından habersiz olacak ki (Sağlık Bakanlığından sorulup öğrenilmemesi de enteresan), yayımladığı genelgede raporun bu branş doktorları tarafından verilmesi şartını koymuş. Neyse ki Sağlık Bakanlığı bu yanlışlığı fark etmiş de, bu defa kendisi bir genelge yayımlayarak “Ey veliler! Siz MEB’nin genelgesine bakmayın, benim genelgeme göre hareket edin.” demeye getiriyor ve raporun çocuk hastalıkları uzmanlarınca verilebileceği şeklinde düzeltme yapıveriyor. Bu düzeltme, aynı zamanda böyle raporların soruşturma konusu edilmeyeceği güvencesini de veriyor mu acaba? Çünkü belli olmaz, bir bakarsın kabak yine biz doktorların başında patlatılıverir.
Biz doktorların kafası hep kel ya!!!