Birçok enfeksiyon hastalığı yeryüzünden eradike edilirken, solunumsal enfeksiyonlar ortalığı kasıp kavuruyor. Süregiden tüberküloz salgını yanında; kısa bir zaman dilimi içerisinde SARS, kuş gribi ve ardından domuz gribi salgınlarıyla yüzleştik. Yaşam koşullarındaki iyileşme, eğitim düzeyindeki artış, sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaşması, güçlü antibiyotiklerin kullanıma girmesi, yaygın aşılama, tıbbi bakım, yoğun bakım hizmetlerindeki gelişmelere karşın, solunumsal enfeksiyonlar hem sık görülmeye hem de insanları öldürmeye devam ediyor. En çok öldüren enfeksiyon hastalıkları pnömoniler ve tüberküloz liste başı oluyor. Görünen o ki, solunumsal enfeksiyonlar önümüzdeki dekadlarda da küresel ölüm soluğu olarak önemini koruyacak ve insanlık için büyük tehdit oluşturmaya devam edecek.
2009 Nisan ayı içerisinde başlayan H1N1 influenza A virüs (domuz gribi) pandemisi, ülkemizi de içine alarak tırmanıyor. Havaların soğumaya başlamasıyla birlikte Kuzey yarım kürede salgın kendini daha da hissettirecek.
H1N1 pandemisinin Nisan’da başlaması büyük bir şans. Fark edilmesinden hemen sonra Kuzey yarım kürede yaz mevsimine girildiği için, salgının hızı kesildi. İkinci atak diyebileceğimiz güz-kış mevsimi öncesinde aşı üretimine fırsat tanınmış oldu. Gerçekten pandemiye neden olan virüsten hemen aşı üretildi ve uygulanmaya başlandı.
İkinci bir şansımız da hastalığın beklendiğinden çok daha hafif seyredip, mortalitesinin (ölümcüllük oranı) düşük olmasıdır. Virüs şu ana kadar antiviral ajanlara duyarlı. Bu da olumlu bir nokta. 1918-1957 arasında süren H1N1 pandemisinin yol açtığı bağışıklık nedeniyle olsa gerek, yaşlı kişileri pek etkilemiyor. Bu da mortalitenin düşük kalmasına neden oluyor. Önceki pandemilere göre yaşam koşullarının ve sağlık hizmetlerine erişimin kolay olması da süreci olumlu yönde etkiliyor. Özellikle kuş gribi deneyiminden sonra grip pandemisine karşı ulusal olarak hazırlıklıyız. Pandemiyle başa çıkabilmek üzere ulusal bir planımız var. Sağlık Bakanlığı salgının ilk işaretleriyle birlikte elini çabuk tutup aşı anlaşmalarını yaptı ve dünyadaki birçok ülkeye göre Türkiye ihtiyacı olan aşıyı hem yeterli dozda hem de gecikmeden temin edecek gibi görünüyor. İlk aşı teslimatı yapıldı ve aşılama başladı bile…
Ne var ki, bu olumlu faktörler yanında riski artıran sorunlar da yok değil. Dünyada ve ülkemizde nüfusun giderek yaşlanıyor olması kronik hasta yükünü artırdı. Kronik hastalığın eşlik ettiği durumlarda grip ağır seyrediyor ve mortalitesi artıyor. İletişimin yaygınlaşması ve ulaşımın kolaylaşmasıyla salgının ülkeler, kıtalar arası yayılımı çok hızlı ve geniş oluyor. Uçak, metro, tren seyahatleri virüsün sınır dinlemez biçimde sıçrayıcı yayılımına neden oluyor. Kentleşme olgusuyla birlikte kalabalık ortak yaşam alanlarında (tiyatro, sinema, kafe ve restoranlar, spor ve yarış alanları, gösteriler, konserler vb.) bu tür hastalıklar çok kolayca insandan insana geçiyor. Kırsal yaşamdan kentsel yaşama geçişle birlikte açık havada dış ortamda çalışmadan, ofis ortamında çalışma ve başka insanlarla aynı kapalı havayı soluma söz konusu olduğundan, solunum yoluyla yayılan hastalıklar sınırlanamıyor. Her ne kadar halen selim seyirli bir kliniği olsa da, virüsün değişebileceğinden, patojenitesinin artabileceğinden endişe duyuluyor.
Öbür taraftan medyanın konuya spekülatif, sansasyonel yaklaşımı paniğe, kafa karışıklığına yol açıyor. Başta Dünya Sağlık Örgütü, CDS (ABD’nin Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi) ve ECDS (Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi) gibi uluslararası güvenilir sağlık kurumlarının açık önerilerine, şu ana kadar elimizde biriken bilimsel verilere rağmen; dile getirilen subjektif yorumlar, kamuoyunda tereddütlere neden oluyor. Özellikle aşıyla ilgili kanıta dayanmayan, spekülatif tartışmalar yapılıyor. Oysa, risk gruplarının aşılanması gerektiği ve aşının güvenli olduğu hakkında ulusal ve uluslararası düzeyde konunun uzmanı tıp adamları arasında bir uzlaşı söz konusu.
Umarım işler yolunda gider, olumsuz senaryolar gerçekleşmez. Hastalık kendi kendini sınırlar, hep hafif seyreder ve ölümlere yol açmaz. Böyle bir durumda bırakalım fazla efor sarf etmiş olalım, aşılar elimizde kalsın varsın; ya da aşılamada gereğinden fazla (over-treatment) uygulama yapmış olalım. Ancak, aksi olur ve hazırlıksız yakalanırsak işler çok daha kötü. Kitlesel olarak sağlık kurumlarına başvurular, kapasite üzeri hastane yatışları, okul ve iş hayatında ciddi kesintiler, yüksek tedavi maliyetleri ve ölümler ortaya çıkarsa; pandemi kontrol çalışmalarının ve aşılamanın ne denli önemli olduğunu yaşayarak anlayacağız, ama inşallah vakıa böyle olmaz.