Ehlisünnet, ortak akıl, kolektif şuur ve müşterek hayır de denilen bu yol ve yöntem, sosyal ve idari hayatta olmazsa olmaz yöntemlerden biri olarak görülmelidir. Bu ehlisünnet anlayışı, sosyal hayatın pratiğine ilkesel bir bakış felsefesinin pratik göstergesidir. Ehlisünnet, vahyin yeryüzünde devamını sağlayan tevhidin kurucu temel ilkelerinden biri kabul edilmelidir. Zira naslar, insanların kendi aralarındaki yönetimde şura prensibini ilke olarak kabul etmişlerdir. Bu yönetimde anayasal mahiyetli üst norm niteliğindedir. Bu naslardan hareketle ehlisünnet yolcuları, Peygamberden sonra yönetimde ehlisünnet yönteminin hâkim olması gerektiğini savunmuşlardır. Duygusallıktan uzak, aklın önderliğinde ortak akılla alınacak kararların, doğruyu ve hakikati yakalamak için daha isabetli bir yöntem olduğuna inanmışlardır. Ehlibeyt sevgisini kutsallaştırmayıp ortak akılla alınacak kararların daha isabetli yol ve yöntem olduğunu savunmuşlardır.
Sonuçta ehlisünnet yöntemi ile duygusallıktan uzak sosyal realiteyi esas almışlardır. Peygamberden sonra kutsal insan anlayışına ehlisünnet yöntemiyle son vermişlerdir. Bu yöntemi, sosyal hayatta en isabetli yol ve yöntem olarak görmüşlerdir. Keza bu yöntemin ancak sosyal barışı sağlayacak bir yöntem olarak görmüşlerdir. Zira insanlar duygusallıklarını zaman zaman akıllarının önüne de geçirebilirler. Bugün ehlisünnet algısı, Emevîler’den sonra bilinçli bir makas değişimine de tabi tutulmuştur. Niyetleri kötü değilse, basiret noksanlığı diyelim gitsin. Durum adeta, çocuğunu seven ve muhafaza etmek isteyen ananın, gece birlikte yattığı çocuğunun üzerine düşüp öldürmesi gibidir. Anne sabahleyin durumu fark edince iş işten çoktan geçmiştir. Ağlayan anne çocuğunu öldürmeyi hiç düşünmemişti. Aynı şekilde bugün yanlış yollarda İslam aramak, İslam dünyasını ve geleceğimizi mahvetmiştir bilesiniz.
Bu duygusallık, kutsallcılık, lafızcılık ve şekilcilik, İslam dünyasını içinden çıkılamaz bir dağınıklığa sürüklemiştir. Bugün Müslümanların kurtuluşu, ehlisünnet yolunu ve yöntemini doğru anlamaktan geçmektedir. Ehlisünnet yolu ve yöntemi asli anlayışına irca edilmelidir. Bu da genel vahiy olan ortak aklın, pratiğe yansıtılmasıyla ancak mümkün olabilir. Bu yol ve yöntem, ortak aklın doğruyu yakalamak için en isabetli yol ve yöntem olduğu da bilinmektedir. Gerçek doğruyu yakalamak için aşırı duygusallıktan uzak, sosyal gerçekliği dikkate alarak ortak aklın işletilmesi, tecrübe yöntemiyle ilerlenmesini gerekli kılmaktadır.
Tarihten günümüze ne yazık ki ehlisünnet kavramı da tren rayı gibi makas değişimine tabi tutulmuştur. Bugün ehlisünnet algısı öylesine değiştirilmiştir ki Fırat nehrini geri akıtmak gibi bu gerçeği insanımıza anlatmak da bir o kadar daha zorlaşmıştır. Bugün herkes kendinin ehlisünnet olduğunu iddia etmektedir. Bu makas değişimi Emevilerde başlayıp uzun zamandır bir gelenek halinde devam ettirilmiş ve Abbasilerde ise taban bulmuştur. Bugün bu makas değişimi gerçeğini anlatmak ve anlamak, geleneğin güçlü sesiyle boğulmak istenmektedir. Ancak ne kadar da boğulmaya çalışılsa da İslam dünyasının bu perişanlığı her şeyi anlatmaktadır. Eğer gerçekten ehlisünnet yöntemi pratiğe yansıtılmış olsaydı, kurumların bu kadar perişan olması mümkün olabilir miydi?
Sonuçta Peygamberin sünneti zevaidlerini, bir insan olarak yaşam tarzını, ehlisünnet görenlerden tutun da günün şartlarına göre uyguladığı hukuki hükümlerin de ehlisünnet görenlerin varlığı da bilinmektedir. Ehlisünnet algısını, klasik dönemin geleneğinin takip edilmesinde görenler ile hadis rivayetleriyle birlikte, fıkıh kitaplarının içtihatlarına hasredenler de bulunmaktadır. Bu tür statik ehlisünnet anlayışı, sosyal realite ile sosyal idealite arasında hep çatışma konusu yapılmış, sonuçta tarihten ders almamız gerekirken, tarihte kaldığımızı göstermektedir.
Ehlisünnet algısında bir makas değişimi yaşanması, farklı bir yol ve yöntemin belirlenmesi, insanları bir tür taklit karanlığına gömmüştür. Bu taklit karanlığından güneşin doğmasını beklemektedirler. Oysa ehlisünnet anlayışı, doğruyu yakalamak için ortak aklın işletilmesi, şura ile icma ilkesinin pratiğe yansıtılması, ehlisünnet yöntemi olsa gerektir. Şura ile icma ilkesi, doğruyu yakalamak için daha isabetli yol ve yöntem olduğu da bilinmektedir. Doğruyu bulmak için izlenen bu yol ve yönteme imanın, tevhidi birlikteliğin sağlanmasında en önemli yöntem olsa gerektir. Aksi takdirde hımarla yolculuğa, kılıçla savaşa kutsallık atfeden bir anlayışın varlığı gibi tarihteki üretilen düşüncelerin mutlak doğru addedilmesi, sonuçta pratiğimizi şekillendirmesi ve hayatımıza anlam katması mümkün de olamayacaktır. Her kafadan da bir ses çıkacağı da açıktır. Bulanık suda avlanmak gibi bir yola sapılmış olacaktır. Saygılarımla.