DOĞRU NEREDEDİR?
Peygamberden sonra sosyal ve idari yönetim nasıl olacaktır? Yönetime kim geçecek ve nasıl geçecektir? Yönetici yönetme yetkisini kimden alacaktır? Peygamberden sonra Müslümanları bir ve beraber olarak nasıl bir arada tutulacaktır? Bu konuda nasıl bir sosyal siyaset yöntemi uygulanacaktır. Kur’an ve Peygamber yolunu yani tevhit yolunu nasıl devam ettirilecektir? Bu bağlamda doğru hangi yöntemdir ve doğru nerededir? Bu doğruyu yakalamak için nasıl bir yöntem ve yol takip etmeliyiz. Peygamberimiz hayattayken bir sorun yaşanmamıştır. Ancak Peygamberimizin vefatından sonra durum ne olacaktır?
Keza Peygamberden sonra naslar nasıl anlaşılacaktır? Nasların yönetim konusunda önerisi nedir? Keza nasların sosyal barışı sağlamak için hangi yolu takip etmemizi önermiştir. Sonuçta Müslümanlar, sosyal hayatta doğruyu ve hakikati nasıl bulacaklardır? Nasıl bir yöntem uygulayacaklardır ki birlik ve beraberliklerini devam ettirsinler. Peygamberimizin vefatından sonra bu konular, Müslümanları bir hayli yormuştur. Müslümanlar arasında doğruyu ve hakikati bulma konusunda, iki farklı anlayış hâkim olmuştur.
Bütün mesele Peygamberden sonra Allah’ın yeryüzünde gerçekleştirmek istediği düzeni nasıl kuracağız. Nasları pratiğimize nasıl hâkim kılacağız. Öncelikle Müslümanlardan yönetime kim ve nasıl geçecektir? Yetkiyi kimden ve nasıl devir alacaktır? Yönetime geçtikten sonra vahyin tevhit davasını nasıl gerçekleştirecektir?
Tarihten günümüze, Müslümanlar arasında iktidar mücadelesi halen devam etmektedir. İktidara kim geçecektir ve geçişte hangi yöntem uygulanacaktır? Zira tarihten günümüze iktidar olmak, ya ganimet elde etmek ya da hukuk mücadelesi vermek için tercih edilmiştir. İktidarı ele geçirenler adeta beşte dördünü yandaşlarına beşte birini kamunun ve diğer vatandaşlarına dağıtmayı ilke edinmişlerdir. Müslümanlar iktidara hukuk devletini kurmak için gelmelidirler. Hukukun üstün olduğu ilkesine iman etmelidirler.
Tarihten günümüze kervan basar gibi ganimet elde edenler ile hukuk devleti mücadelesi verenler arasında devletlerin kaderi sürüp gitmektedir. Biri realite iken, biri de idealite olmaya halen devam etmektedir. Yani batıl ile hakkın mücadelesi halen devam etmektedir. İktidarı elde etmeyi savaşta elde edilen ganimet gibi görmüşlerdir. Bu kültürü maalesef halen devam ettirmektedirler. Makamları ellerine geçirenler, bu makamları ganimet gibi kendilerine ve yandaşlarına paye çekerler.
Öte yandan nasların önerdiği iktidar olma yöntemi nedir? İktidar olduktan sonra iktidarın izleyeceği sosyal siyaset nedir? Bu bağlamda nasların pratiğe yansıtılması nasıl olacaktır? Nasların anlaşılması ve pratiğe yansıtılmasında hangi yöntem uygulanacaktır? Müslüman toplumun birlik ve beraberliği nasıl sağlanacaktır? Nasların yönetimde anayasal mahiyetli üst norm niteliğindeki en önemli ilkesi, şura ilkesi olsa gerektir. Bu ilkenin yasal pratik uygulaması ise ehlisünnet yöntemi olsa gerektir. Bu da ya ittifak yani icma ile alınan kararlardır ya nitelikli çoğunluk yahutta salt çoğunlukla alınan kararlar olsa gerektir.
Tarihten günümüze toplumlar, iktidarı ele geçirme mücadelesi vermişlerdir. Bunun için çeşitli yöntemler belirlemişlerdir. Hicri birinci asırdan sonra doğruyu bulmak maksadıyla ehlisünnet kavramı ortaya atılmıştır. Bu ehlisünnet kavramı nasıl anlaşılmalıdır? Öyle ki Hz. Peygamber ile ashabı, dinin temel konularında takip ettikleri yolu benimseyenlere ehlisünnet denilmiştir. Hz. Peygamber ve ashabı nasıl bir yol izlemişlerdir? Bu izledikleri sosyal siyaset ilkelerinin anayasal ve yasal olanları nelerdir? Bu ilkelerin anayasal ilkeleri değişmezse de yasal ilkeleri değişmek durumunda mıdır? Oysa sosyal şartlar değiştiğinde yasaların da değişmesi kaçınılmazdır.
Sonuçta Müslümanlar, nasıl bir yöntemle doğruyu bulacaklar ve problemlerini çözeceklerdir. Ehlisünnet kavramındaki sünnet yolu, Hz. Peygamberi ve ashabını izlemek ne demektir? Dillerine doladıkları ehlisünnet kavramı en fazla tahrip edilen kavramlardan biri olmuştur. Fil misali herkes metodolojik olmayan bir bakış açısı ortaya koymuştur. Ehlisünnet hakkındaki kavram dövüşü halen devam etmektedir. Ehlisünnet hakkındaki güçlü gelenek mutlak doğru anlayışına kendilerini hapsetmişlerdir. Bu geleneğin bandosunu güçlü bir şekilde çalmaktadırlar. Bu ses hakkı örtecek kadar gür çıkmaktadır. Babalarımızı ve atalarımızı bu yolda bulduk demişlerdir. Fakat tali yollarında otobana benzeyebileceğini hiç akletmemişlerdir.
Ehlisünnet, sosyal hayatın gerçeklerinden kopmak mıdır yoksa kendi dönemlerinin yasalarına veya içtihatlarına sarılmak mıdır? Bütün problem lügatlerle ve güçlü gelenekle hakkın sesini kısmakta yatmakta olduğu anlaşılmaktadır. Bir ışık görseler hemen koşup söndürmektedirler. Düşünmek istemeyecek kadar şartlanmışlardır. Beyinlerine yerleştirdikleri bilgileri mutlak doğru sanmışlardır. Modern putçuluğa seccade serip namaz da kılmışlardır. Sonuçta ehlisünnet kavramı hakkında makas değişimi yasa ve anayasa, din ve şeriat kavramlarına yükledikleri anlamlar ile hadis ve sünnet anlayışındaki rivayetlere bakış farklılığı, ayrışma noktasını da oluşturduğu sanılmaktadır.
Sonuçta ehlisünnet kavramına yükledikleri anlamlarla hayata bakmışlardır. Oysa kavramlar sünger gibidirler. Süngerin suyu çektiği gibi beyne ne yüklerseniz onu sızdıracaktır. Ehlisünnet kavramı bugün adeta sihirli okunmuş bir sakız gibidir. Herkes çiğnedikçe çiğnemektedir. Sakız çiğnemek de orucu bozmaz dedikleri için herkes bu kavramı çiğnedikçe çiğniyor. Binaenaleyh mesele Peygamberden sonra doğruyu nasıl bulacağız. Sosyal barışı nasıl kuracağız. Bu bağlamda Peygamberimizin vefatından sonra toplumda sosyal siyaset olarak iki farklı anlayış ortaya çıkmıştır.
Birincisi ehlibeyt anlayışıdır ki bunlara Şia da denilmektedir. Şia taraftar anlamına gelmektedir. Peygamberden sonra doğru yolun ve doğru istikametin ehlibeyt imamların tarafında olduğuna inanmışlardır. Bunlara Peygamber sülalesi de denilebilir. Hz. Ali, Hz, Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Zeynel Abidin gibi pek çok imam gelmektedir. Şia denilen bir grup, Peygamberden sonra doğruyu bulmak için ehlibeyt imamların safında yer almayı daha isabetli görmüşlerdir.
Bu bağlamda Şia, doğruyu bulmak için, yönetenin ehlibeytten olması gerektiği ilkesini benimsediler. Ehlibeyt sevgisini toplumu bir arada tutmak için daha isabetli bir yöntem olarak buldular. Duygusallığın hâkim olduğu bu anlayış, evladı resul soyunun kutsallığına inandılar.
Ehlibeyt sevgisini, kutsallık anlayışını ve duygusallığı öne çıkararak bu kavramlara bir tür çimento görevi yüklediler. Sonuçta doğrunun bulunması için bu kavramlara yükledikleri anlamlarla sosyal siyasetlerini şekillendirdiler. Ehlibeytten olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin gibi kimseleri iktidarları uğruna katlettiler. Ehlibeyt sevgisi onların iktidar planlarını alt üst ediyordu. Bunun için ehlibeyt kimselerin yok etmeleri bahasına entrikalar çevirdiler.
İkincisi ise ehlisünnet anlayışıdır ki ekseri Müslümanlar bu anlayışı benimsediler. Peygamber masumdu, gerçek doğrunun tarafı idi. Ancak Peygamberden sonra, Peygamber de gelmeyecektir. Peygamberden sonra kimse de kutsal değildir. Bütün insanlar eşit olduğuna inandılar. Ehlisünnet yolcuları, duygusallıktan uzak sosyal gerçekliği benimsediler. Peygamberden sonra doğruyu ve hakikati bulmak için ortak aklın işletilmesini esas aldılar. Doğruyu yakalamak için ortak aklı en isabetli yöntem olduğuna inandılar.
Bu yöntem, “ehlisünnet ve’l-cemaat yöntemi olarak da bilinmektedir. Hz. Peygamber ile ashabın dinin temel konularında takip ettikleri yolu benimseyenlere ehlisünnet denilmektedir. Hicri birinci asırdan sonra ortaya çıkarılan bu kavram, nasların veya rivayetlerin belli bir dönemde anlaşılması ve yorumlanması, aklın nakle bağlı kalması anlamında genellikle kullanılmış olsa da sosyal yapılar değiştiğinden bu yorumların pek çoğunun tarihte kalmış olması maalesef ciddi bir yanlış algılama ve pratiğe yansıtma harekete olarak görülmektedir. Geleneğin takibinin ve dönemin yorumlarının takip edilmesinin ehlisünnet olduğu algısı genel kabul haline gelmiştir. Ehlisünnet anlayışı doğruyu bulmak için ortak aklın kararlar olması gerekirken; ehlisünnet anlayışına farklı anlamlar yüklediler. Sağlıklı düşünmenin önünü de kestiler.
Lügat ve kitap cephaneleri yardımıyla, ehlisünnet anlayışı güçlü bir tedrisatla, güçlü bir gelenekle, beyinlere yüklenmiştir. Beyinlerin bundan farkı yorumlara kapatılmıştır. Beyinler adeta imgelenmiştir. Gerçeği örten bir beyin yapısı ortaya çıkmıştır. Sonuçta İslam dünyasında hamaseten ve siyaseten ciddi taraftar da toplamıştır. Taraflar takım tutar gibi taraftar bulsak da mahiyette ve pratikte doğrunun yakalanması için sınıfta kaldığımız acı bir gerçektir. Sonuçta ehlisünnet algısı siyaseten kullanılan ve taraftar toplamaya yarayan bir araç haline getirilmiştir. Oysa doğruyu yakalamak için ehlisünnet yöntemi olan ortak aklı kullanmak demektir. Bu bütün kurumlarda yedi, dokuz, on bir ve on beş gibi tek sayından oluşan her bir üst kurullar, ehlisünnet yolu ve yönteminin pratik uygulaması ve doğruyu yakalama yöntemlerinden biri olsa gerektir. Zira doğruluk ortak yaşamda da bir emanettir. Sonuçta ehlisünnet yolu ve yöntemi, tevhit olmanın kurucu ana esaslarından biri kabul edilmelidir. Saygılarımla.