Doyumsuz olanlar. Başarıya, sevgiye, kardeşlik ve dostluğa, makam ve mevkilere hatta koltuklara, bir türlü doyamayanlardır bunlar.
Bunlar içinde, makam, mevki ve koltuklara doyamayanlar ayrı bir yer tutar. Nereye gelirse gelsin, neye sahip olursa olsun, hangi makama ulaşırsa ulaşsın, bir türlü tatmin olup ta doymayıp, devamlı bir yenisini isteyenlerdir bunlar.
Ulaşmak için, uzun zamandır büyük uğraş verdikleri yer ve makama ulaşır ulaşmaz, hemen gözü daha da ilerideki bir başkasına doğru bakmaya başlarlar. Bunlar, okul, aile birliği, şirket, dernek, kooperatif, parti, apartman-site yönetimi toplantıları, hiçbirini kaçırmazlar. Her toplantıda ve her yerde, en önde, hatta bir süre sonra yönetimin bizzat içinde olmak isterler.
Toplantılarda, kendini göstermek için özellikle en önde otururlar. Vara yoğa, ona buna hatta ota b.ka, her bir şeye karışırlar. Her konuda bilgileri olduğunu göstermek için adeta can atarlar. Her olayda, her anlatılanda, hemen kendi karşıt görüşlerini açıklamaya ve sonra da onu savunmaya çalışırlar.
Bu kişiler, bulundukları yerden ve konumdan asla memnun değildirler. Oturdukları kasaba ya da şehirden, sokaktan, mahalleden, yaptıkları işten, hiç memnun değildirler. Ona buna, yakınlarına ve arkadaşlarına, devamlı olarak bulundukları konumdan şikayet ederler. ‘Bu kasaba, bu iş, bu mahalle, bu ev, asla bana layık değil’ diyerek devamlı söylenir dururlar.
Eh neresinden bakarsanız bakın, belirli bir tahsilleri de vardır da, bu grupların ürettikleri şeyler, yok denecek kadar azdır. Zira onların esas hedefi üretmekten çok, makam ya da mevki, daha doğrusu sınıf atlamaktır. Bunun için ne gerekiyorsa yaparlar. Önündeki, yani hedefindekine, devamlı yağ çekmeler bu işte en başta gelen raconlarındandır. Maalesef baştakiler, bu klasik yağlamalardan pek hoşlanırlar. Altında yatan gerçekleri, bir türlü göremez, ya da görmek istemezler.
Doyumsuz olanların en büyük problemi, bir türlü üstesinden gelemedikleri tatminsizliktir. Bu nedenle, hiçbir zaman ve hiç bir şeyden bir türlü tatmin olamayıp, devamlı başka bir şeylerin peşinde koşarlar.
Bulundukları dönemde, hangi kuruluşlar rağbet görüyor, hemen onlarla irtibat sağlanmaya çalışılır. Dernek, vakıf, cemaat, spor kulüpleri, meslek kuruluşları, esnaf birlikleri, sendikalar, parti teşkilatları. Yabancılarla olan yakınlaşmalar, onların kurdukları vakıf ve derneklere nüfuz etmeler, işin ana raconlarındandır.
İşyerinde arkadaşının ayağını kaydırmak, gerektiğinde ayağına basmak, dost bildiklerinin sırtına çıkarak yükselmek, arkadaş bildiklerinin aleyhine işler çevirmek, gerektiğinde işe yarar diye, yukarıdakilere olur olmaz nedenlerle gammazlamak, işin doğrusu gayeye erişmek için her yol mubahtır.
Lüks yerlere, restoranlara gitmek, pahalı kulüplere üye olmak, zengin ve ünlülerin sofralarında bulunmak, gösterişin esas gereklerindendir. Gelirlerin bir kısmı üyeliklere vs gitse de gayeye ulaşmak için yapılması gerekenler grubunda olduklarından pek de fark etmez. Bu kişiler, genelde bir yerde, bir konumda duramayıp, sık sık, ev, araba, semt, mahalle, olmadı şehir, iş, işyeri, şantiye, fabrika, değiştirirler.
Eh şimdilerde, iletişimin tavan yaptığı bir dönemdeyiz. Hiç bir şey, hiç bir aktivite kaçırılmamalı. Her gidilen yer ve mekan, kimlerle birlikte olunduğu, neler yapıldığı, dijital platformlara vakit geçirilmeden hemen servis edilmeli ki, başkaları da, özellikle görmesi istenenler de görsün.
Kılık kıyafet, en şık hatta mutlaka markalısından olmalı. Çakmalar da, ülkemizde çoğu zaman, bu gibi konularda kurtarıcı olabiliyorlar. Onlardan da, gerekli hallerde yararlanmak gerek. Ancak yine de ayakkabı, çanta, hatta saatler bile ille de marka olmalı. Elindeki telefon, son model olmalı ki gözlü gözsüz herkesler görsün.
Yeni bir işe girdiklerinde, önce kendini göstermek lazım diyerek, işe koyulurlar. Elinde, üzerinde markası basılı kartonda, bir liralık kahveyi on beş liraya aldığı bardakla, çalışma arkadaşlarının yanında, göstere göstere hava atmaya çalışırlar. Böyle şeyler gençlikte olur da, iş yaşamında böyle yapılarak, basit sınıf atlamalar pek olası değildir.
Yıllar içinde, parmağındaki tek taşını, kolundaki marka saatini karşısındakine gösterebilmek uğruna, maskaralık yapanları çok görmüşsünüzdür.
Maalesef ülkemizde, özellikle iş yaşamında, daha çok da resmi sektörde, ‘liyakat ön plana alınmadıkça’ bu türden şaklabanlıkları her zaman görebilirsiniz. Bizde insanlar, özellikle de, devlet sektöründe, tahsiliyle, diplomasıyla, derecesiyle, mezun olduğu fakültenin pozisyonuyla, hatta yazılı sınavlardaki başarılarıyla değerlendirilmiyor. Sizden, bizden diyerek yaftalanarak, torpilinin gücüne ve belirli yerlerden gönderilen listelere göre işe alınıyor. Falancanın oğlu, kızı, damadı ya da yakını olmak, işleri bir çırpıda çözüyor. Bir zamanlar falanca okul, dernek ya da cemaatlar, derken daha sonra bir de bakmışsınız başkalarının sözü daha çok geçmeye başlıyor. Menfaat ya da para, su gibidir derler. Neresi uygunsa oraya doğru akarmış. Bizde işler hep böyle olunca da, necip milletimizdeki çoğu insanımız da isteyerek ya da istemeyerek, doyumsuz ve menfaatperestler grubuna geçiyor ya da itiliveriyorlar.