Son günlerin gündemi olan Dr Oytun Erbaş’ı, daha önce de dinlemiştim. İnsan beyninin çalışma şekli, kadın erkek farkı üzerine güzel bir konuşma idi. Yaptığını tarif etmem gerekirse bilimi popularize ederek, ortalama vatandaşın ilgisini çekeceği ve anlayacağı şekle dönüştürmek diyebiliriz. İşte buraya bir mim koyalım. Bilimi popularize ettiğinizde sizde popüler olursunuz. Popüler olmanın tadı başkadır, bunu sürdürmek istersiniz. Anlaşılan o ki Dr Oytun popülerliğini devam ettirmek için bir röportaj daha vermiş. Ne demiş;
“Bu kadar pragmatik şeyleri halka anlatmam ropdöşambırlı doktorların işine gelmiyor. Doktor bir şey söylüyor yarısı Latince. Bir adam halka anlaşılabilir bir şeyler söylüyor, ondan zaten kıskançlık. Bana ‘Baban ne iş yapıyor’, ‘Pazarcı’ dedim. ‘Pazarcıdan bilim adamı mı olur’ dediler. Ailesi varlıklı, iyi okullarda okumuş, iyi dil bilen, giyimi çok iyi olanlar hep farklı. Çayı tutuşu, şampanyayı kadehi kaldırışı… Biz öyle değiliz. Anadolu’dan gelmiş bir şeyler yapmaya çalışan çocuklarız. Hep kendi emeğimle buraya geldik. Eğer bu hükümet olmasaydı bizim öğretim üyesi olma şansımız yoktu”
Bu tespitler kısmen doğru ancak bu tespitlerini bizzat tecrübe etmiş, yani kendi hayatında yaşamış gibi anlatması olmamış. Bu söylediklerini yaşayan nesil benden de önceki nesildi. Benimle Dr. Oytun arasında 15 yıllık bir fark var. Ne demek istediğimi kendi hayatımdan anlatayım.
Ben üniversiteye 1980 yılında başladım. Fakültede okurken hocalara özenir, onlar gibi olmak isterdim. Bunun için öncelikle bir uzmanlık alanından ihtisas yapmam gerekiyordu. Ama okuduğum Cerrahpaşa’da gördüğüm, hocaların elit ailelerden gelmiş oldukları idi. Zaten benim ihtisas yaptığım KBB gibi, yılda en fazla iki araştırma görevlisi alan alanlarda kadrolar kişilere açılıyordu. Yani benim gibi Anadolu çocuklarının bu kadrolara girebilmesi hayaldi. Tam ben tıp fakültesini bitireceğim yıl Rahmetli Özal döneminde Tıpta Uzmanlık Sınavı konuldu. TUS sayesinde ben İstanbul Tıp Fakültesine ihtisas yaptım.
İstanbul Tıp Fakültesinde kariyer yapmak gibi hayallerim vardı. Eski sisteme göre uzman olanlardan, akademik kariyer yapacak olanlar kadrolarını almışlar, artık alınabilecekler olarak biz tıpta uzmanlık sınavı ile ihtisas yapanlar kalmıştık. Büyük üniversitelerin büyük hocaları, bu sınav sistemi kalkar ve biz de eski günlere döneriz hayali kurarken bir mucize daha gerçekleşti. Rahmetli Demirel zamanında 10 yeni üniversite ve yeni tıp fakültesi kuruldu. Bunlardan biri de memleketim olan Denizli’ye kurulan Pamukkale Üniversitesi’dir. Müracaat ettim kabul edildim. O zamanki kurucu Rektör Prof Dr Arif Akşit elinden geldiğince liyakata dikkat etmeye çalıştı. Ben de bu anlayışın bir sonucu olarak kabul edildim ve üniversitemin tıp fakültesini yıllarca bu anlayış ile istihdam edilen akademisyenler sürükledi.
Gelelim Dr. Oytun’un hikayesine;
Hikayesinde kariyer yapmanın ilk basamağı olan uzmanlık diplomasını almasından sonrasını esas alacağız. Kasım 2012 tarihinde, Ege Ünivesitesi Tıp Fakültesinde, Fizyoloji ve Deneysel Tıp uzmanı olmuş. Yukarıdaki benim hikayemde anlatmaya çalıştığım gibi Anadolu çocuklarının kariyer yapmalarının önü 1987 TUS sınavı ile açılmış ve 1992 yılında açılan 10 yeni üniversite ve tıp fakültesi ile fiilen gerçekleşmiştir. Yani 1992 yi baz aldığımızda Anadolu çocuklarının meselesi Dr. Oytun’un 2012 yılında kariyer yolculuğuna çıkmasından tam 20 sene önce çözülmüştü.
Ben okula gitmemiş bir anne ile ilkokul bitirmiş bir babadan oluşan, Almanya gurbetçisi bir ailenin, dedesinin yanına bıraktığı bir çocuktum. Devlet parasız yatılı okuyarak lise bitirdim. Ülkenin en iyi üniversitelerinde okudum. Kariyer yolculuğumda, milliyetçi muhafazakar dünya görüşüne ait olmamın faturasını ödediğim bazı durumlarım olsa da, ben 2001 yılında Profesör olmuştum. Yani Dr Oytun kariyer yolculuğuna başlamadan 10 yıl önce benim gibiler neticeye ulaşmıştım.
Memleketime faydalı olmak için bazı görevlere talip oldum. Üniversitemde 8 yıl süresince çok başarılı bir işletme müdürlüğü yaptım. Benden sonrakilere borçsuz ve kasasında nakit para olan bir işletme bıraktım. Ama bunların tamamı Dr Oytun’un eleştirdiği dönemde oldu. Sonrasında bana hiç fırsat verilmedi. Bazen düşünmüyor değilim, şimdi kariyer yolculuğuna çıksam bugün ulaştığım yere gelebilir miyim acaba?
Bu yazdıklarım Dr. Oytun’un 2001 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden dönem ikincisi olarak mezun olması, TUS’ta 7 kez ilk 10’a girerek derece yapmış olması; Çalışmaları ile alanında uluslararası başarı sahibi olduğu gerçeklerini değiştirmez. Bu bireysel başarılar takdire şayandır, bu kadar başarılı bir insanımıza akademik kadro verilerek sahip çıkılması ayrıca takdire şayandır.
Benim anladığım Dr. Oytun popülizm zaafının kurbanı olmuştur. Dr. Oytun’un pandeminin başında uzmanlık alanının dışına çıkarak, koronavirüs Türkleri teğet geçecek demesi, maskelerin virüs biriktirdiğini iddia etmesi bu zaafının yansımaları gibidir. Bu son seferinde kullandığı argüman kendi yaşadıkları değil, kendisinden önceki neslin kendisine anlattıklarıdır.
Anlaşılan o ki Dr. Oytun ortalamanın çok ötesinde zeki biridir. Yıllarca bir vakfın ilköğretim okulunda yöneticilik yaptım. Benim çocuğum çok zeki diyen aileleri uyarma ihtiyacı hissederdim. İleri zeka çevre ile uyumsuzluk sebeplerinden biridir. Kişinin içinde yaşadığı toplumun çerçevesi dışında kalma, yani ofsayda düşme ihtimali büyüktür. Popularize ederek ifade etmem gerekirse ileri zeka huysuz at gibidir, her an binicisini üstünden atabilir…
7 yorum
Anlattıklarını ofsayta düşmek diye kibarca formüle etmişsiniz. İnsan utanç duyuyor dinlerken onunla ayni meslekten olmasından. Onun adına utanıyor yani. Zekiymiş falan filan …
Sayılarımla
Sayın Prof.Bülen Topuz’un yorumlarının çoğuna katılıyorum.
Ben,bir denizciyim.
Yurt dışında ve içinde,çeşitli ülke ve hastanelerde gözlem yapma imkanım oldu.
Türk doktorları da içinden çıktıkları toplumun kültür ve hayat algısının bir ürünüdür.
Bu ürünün,en büyük özelliği,GÜCE TAPMADIR!..
İkinci büyük özellik,ALÇAK GÖNÜLLÜ OLAMAMAK VE SAYGI GÖRMEME KORKUSUDUR!..
Daha,bir çok olumsuz yani; istenmeyen ve insanı insanlığından çıkaran özellikler sayılabilir ama, bu ilk ikisi,korkunç sonuçlar doğuruyor!..
Peki; bu olumsuz özellikler,yok edilemez mi?..
Edilir tabii… Edilir de iyi niyetli ve bilimsel bir psikolojik, hukuksal, etimolojik yaklaşımla olursa!..
Türkiyede, çok iyi,normal tavırlı ve bilgili, devamlı öğrenme peşinde olan doktorlarımız vardır.
Bir kısmını tanıma fırsatım olmuştur.
İzmirli genel cerrah Bülent Eralp,Yorgo Rahçopulos,Selahattin Beyazıt,Hızır Mete Alp,Berkant Kederli,Aysıma Altıok,aklıma ilk gelenlerdir.
Bu; aklıma gelenlerin branş ve ünvanlarını genelde,yazmadım; aflarına sığınıyorum.Önemli bir kısmı,üniversite hocalarıdır.
Ama,başhekimlere müracaat edip doktorlara hasta ve dertli insan psikolojisi konferansı vermek istediğim de olmuştur.
Oytun isimli genç doktorumuzun,
şiddetle ve ivedilikle kişisel gelişim ve kendini yönetim eğitimine alınmasını gerekli görüyorum.Aksi halde; hırpalanacak ve mutlu olamayacaktır!..
Bütün;iyi niyetli-çalışkan-bildiğini insanlara aktaran tıb mensuplarına saygılar sunuyorum…
Sayın Veysel Daldaban bey,
Yorumunuzu okudum, faydalandım, ilginize teşekkür ederim.
Ancak yazdığım ve anlatmak istediklerimle yazdıklarınız arasında bir ilinti kuramadım. Daha açık ifade etmem gerekirse; Dr Oytun sizin tarif ettiğiniz hekim kategorisinde değil ki, hasta ile karşılaşma ihtimali olmayan laboratuvar çalışanı bir “araştırmacı” Yorumunuz bu hali ile maalesef hekimlere vurmak için fırsat arayan ve bulduğunu sanan bir anlayışın, aceleye getirilmiş bir yorumu niteliğinde.
Bence siz bu yorumunuzu Akademik Akıl sitesinde yayınlanan aşağıdaki yazıma taşıyın.
İlginize tekrar teşekkür ederim.
Hasta – hekim iletişimi: Beklentiler, gerçekler – https://www.akademikakil.com/hasta-hekim-iletisimi-beklentiler-gercekler/bulenttopuz/
Kardeşim çok iyi tanımlamışsın Dr.Oytun şahsında populizmin sonuçlarını.
Ama lise yerine “Buca Lisesi” dememeni nasıl açıklayacaksın 11. koğuşa. Çok selamlar.
Bilim dışına çıkmamak kaydıyla, tıp camiamızın çeşitliği açısından Dr. Oytun olmalı görüşündeyim. Bir örneğini USA de Dr. Oz de görüyorum. İnsanlarımıza bazı tıbbi önemli hususları pedogojik kapsamda aktarmak gerekir derim. Tabii ki etik deontoloji ve bilimsellik dışına çıkmadan.
Zeka, kendi dergisinde yayın yapmaksa (iddialar doğruysa eğer) evet çok zeki bir meslektaş. Zekanın yanında etik olmazsa, sonuç felakettir.
Sayın Prof. Dr.Bülent Topuz,
Tavsiyenizi önemseyerek, bahsettiğiniz sitedeki yazınızı okudum.Benim yorumumu yayınlamanızı,nazik ve saygın bir davranış olarak görüyorum;bunun için, teşekkür ederken,yorumum üzerinden,kişiselleştirdiğiniz eleştirinize burada,yanıt vermeyeceğim. Çünkü; hem tanışmıyoruz hem de faydalı olmak niyeti ile ortaya çıktığımızın inancında olarak,saygılarımı sunuyorum…