Cornell Üniversitesinde çalışan iki psikolog “ Dunning-Kruger Etkisi” adlı çalışmaları ile 2000 yılında Nobel ödülü aldılar. Bu etki, bizim Türkçe’de kısaca kifayetsiz muhterisler dediğimiz cahil cesaretidir aslında. Araştırmacılar, 45 üniversite öğrencisine bir test yaparlar ve sınavda ne kadar başarılı olacaklarını tahmin etmelerini isterler. En az başarılı olanlar soruların maksimum yüzde 10 kadarına doğru yanıt verirler. Ama “Sınav nasıl geçti?” sorusuna ise testin yüzde 60’ını doğru yaptıklarını söyleyerek yanıt verirler. Öte yandan soruların yüzde 90 kadarına doğru yanıt veren başarılı öğrenciler ise alçakgönüllü bir şekilde soruların ancak yüzde 70’ine doğru cevap verdiklerini söylerler.
Bu had bilmezler, işlerinde çok iyi olduklarını anlatacaklardır. Bir yapıp bin gösterecek ve tüm kısa yol tuşlarını kullanacaklardır. Öte yanda da keşfedilmeyi bekleyen, üreten ve bununla yetinmeyip kendisini hep eleştiren ve yolda geliştiren insanlar bulunmaktadır. Yöneticiler de bu keşfi yapacak düzeyde değilse tevazu sanki hırs eksikliği ve yetersizlik gibi algılanacaktır. Ne de olsa yöneticiler de aynı yoldan geçmişti. Öyle çok çalışmaya, üretmeye ne gerek var ki; önemli olan az yap, çok göster mantığıdır. Böylece bu kifayetsiz muhterisler hızla yükseleceklerdir. Sonra ne mi olacak?
Bu kifayetsiz muhterisler her yerde karşımıza çıkacaktır. Her işi yapabileceklerini sandıkları için de yönetim kademelerine de talip olacaklardır. Şu veya bu şekilde de yukarıya doğru tırmanacaklardır. Karar verme yetisi olmayan muhteris, bunun farkında olmadığı için kendisini her şeyin üstünde görecek ve elini sürdüğü her işi de mahvedecektir. Aynı durumda iki kurum olduğunu varsayalım. Birisini yetkin bir yönetici yönetirken, diğerini de bu kifayetsiz muhterisler yönetsin. Sizce durum ne olur? Sorunun cevabı pek açık değil mi? Kifayetsizler, kurumları batırırlar, ama bunu fark bile etmezler. En iyi, en başarılı, en muhteşem onlardır; asla da hata yapmazlar! Onlara göre beşer şaşar. Ama şaşan beşer ne halse sonuçta hep onlardır. Bakın etrafınıza ne kadar kifayetsiz muhteris var. Trajik olan bu kifayetsizlere bolca yetki veren, onları denetime tabi tutmayan ve insanları mutsuz etmesine göz yuman sistemdir.
Dunnig-Kruger etkisini üniversitelere uyguladığımızı varsayalım. Böyle biri rektör oldu; bizim ülkede olmaz da, hani oldu diyelim. Rektörün elinde de 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası bulunsun. Hani bulunmaz ya! Diyelim ki kurum zararda, yanlış işler yapılıyor. Dunnig-Kruger’e göre yüksek olasılıkla mümkündür. Sen de eline bir yetki daha ver, vicdanına bırak, bekle bakalım ne yapar diye. Aman ha bizim lehimize olacak denetimleri de asla yapma! Benim kanaatimce bu kifayetsiz muhterisler aynı zamanda da zangalak gibi de oldukları için durum muhtemelen pek de iç açıcı değildir. Pekâla soruyorum, ortaya çıkacak tüm olumsuz sonuçların hesabını kim ödeyecek? Bunu da mı bize ödeteceksin? Hem cahil cesaretine izin vereceksin hem de faturanın bizlere çıkmasına da seyirci kalacaksın! “Gölge etme başka ihsan istemem” demek istiyorum ama nafile! Durumdan anladığım kadarıyla senin de ulu çınar olamayacağın, olsan olsan zangalak olacağın aşikârdır.
Rica ederim arkadaşlar, “zangalak” ne argodur ne de kaba bir söz. Kendileri bir ağaç olup, odunu yanmaz, gölgesi olmaz ve meyvesi yenmez!