İnsanlığın başından itibaren insanlar, korkulu durumlarda sığınabilecekleri üstün bir güce/kuvvete inanma ve ona sığınma isteğine ihtiyaç hissetmişlerdir. Dolayısıyla inanç duygusu, her insanın fıtratında doğuştan vardır. Bu nedenle insanlar arasında çeşitli inanç türleri gelişmiştir. İslam inancına göre ilk insan olan Âdem (as.) aynı zamanda bir peygamberdi, yani tevhit inancının lideriydi. Ondan bu yana bir rivayete göre 124 bin, diğer bir rivayete göre 224 bin peygamber gelmiş ve hepsi, tevhit inancını tebliğ etmişlerdir. Terim olarak tevhit, kalp ve zihin yolu ile Allah’ı, zatı ve sıfatları açısından tapılan tek ilah olarak kabul etmektir.[1] Hz. Muhammed’in (sav.) tebliğ etmiş olduğu evrensel olan İslâm dinin esası, tek Allah inancına yani tevhit inancına dayanmaktadır. Tevhit inancı, Allah’ı tek rab/ilah olarak tanımayı, O’nun gösterdiği yolda yürüyerek adaletten ayrılmamayı, insanlar arasında ayırım yapmamayı ve her konuda O’nun egemenliğini kabullenmeyi ön planda tutmaktadır.[2] Namaz kılarken, her tekbir aldığımızda “Allahu Ekber” yani Allah en büyüktür diyoruz. Bu ifade, Allah’ın egemenliğinin her şeyin üstünde olduğuna inanmak, bunu itiraf etmek ve duyurmak demektir. Bu inanç ve bu istikamette başarılı olabilmek için, bilgili olmak ve samimiyetle bunun gereklerini yerine getirmek, hakka uygun hareket etmek icap eder.[3]
İnancımızın özünü oluşturan bu tevhit inancına göre hem dünya hem de ahiret hayatı için dengeli bir şekilde çalışmak gerekir. Kanaatime göre İslam âleminde ahiret için çalışma, daha fazla ibadet etme duygusu daha fazla yaygın bulunmaktadır. Bu konu, âlimlerin ihmal ettikleri bir konudur. Bununla beraber âlimler, siyaset akıl yürütme konusunu da ihmal etmişlerdir. Dindar insanlar arasında çoğunlukla siyasetten uzak durma telkin edilmektedir. Aslında bu telkin çok yanlıştır. Dürüst, çalışkan ve ehil insanlar, yalansız, hilesiz, sahtekârlıklardan uzak, doğru bir siyaset, en güzel ibadetlerdendir. Dürüst siyaset olmazsa, yerine kirli siyaset yerleşir ve İslam âleminin hali malum. İkincisi, aklı geliştirmezseniz, mantıksız bir din anlayışı gelişir ki hurafeler ve şekilcilik dinde ön plana çıkar. Akıl olmadan, din anlaşılmaz. Din, akılla kemale erer ve aklı olmayanın dinde sorumluluğu yoktur. Önemli diğer husus ise, yukarıda ifade ettiğimiz gibi dünya için çalışmayı ihmal etmektir. Çalışmak, okumak ve meşru ölçüler dâhilinde güçlü olmak, hem dünya hem de ahiret hayatının huzur, saadet ve mutluluğu için temel esastır. Bu nedenle çalışma ve okumanın önemi, çeşitli ayet ve hadislerde dile getirilmektedir. Hz. Muhammed (sav.) bir hadiste şöyle buyurmuştur:
“Dünyasını ahireti için ve ahiretini dünyası için terk eden kişi, sizin hayırlınız değildir. Ancak ikisinden de nasibini alan kişi, hayırlı olan kişidir. Şunu kesin olarak bilin ki dünya, ahiret için bir vasıtadır. İnsanlara yük olmayın.”[4]
Buna göre hem dünya hem de ahiret için çalışmak gerekir. Ancak iki taraf için çalışan kişi, hayırlı olan kişidir. Dünya hayatı için çalışmadan, ahireti kazanmanın mümkün olmadığını unutmamak gerekir. Çünkü dünyadaki çalışmalar, ahiretin de kazanılmasına vesile olmaktadır. Dünya hayatında çalışmayan insanlar, her zaman için başkalarına yük olmakta ve el açıp dilenci durumuna düşmektedirler. Bu da tasvip edilecek bir şey değildir.
Unutmamak gerekir: “DÜNYA, AHİRET İÇİN BİR VASITADIR.”
Selam, saygı ve hürmetlerimle!
[1] Halil b. Ahmed Ebû Abdirrahman el-Ferâhîdî, “vehede”, Kitâbu’l-‘Ayn, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut tsz., s. 1037; Cemaluddin Muhammed b. Mukerrem İbn Manzûr, “vehede”, Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1994, III, 450.
[2] Salih Akdemir, Cumhuriyet Dönemi Kur’ân Tercümeleri, Akaid Yayıncılık, Ankara 1989, s. 31 vd.
[3] Akdemir, “Kur’ân Çevirilerinde Dikkate Alınmayan Önemli bir üslup Özelliği Üzerine”, İslâmiyat, Ankara 2002, cilt: V, sayı: 1, s. 152.
[4] el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr Şerhu’l-Camii’s-Sağîr, V, 364, hadis no: 7594.