Allah’ın on pulunu bekleyedursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul…
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa.
Yaşasın kefenimin kefili karaborsa…
[Necip Fazıl Kısakürek; 1905-1983]
Bu köşede yer alan en son yazımda Endonezya Sağlık Bakanı Dr. Siti Fadilah Supari’nin 2007 senesinde ortaya çıkan ve kendi ülkesini de etkileyen kuş gribi (KG) salgını sırasında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile karşı karşıya gelişini ve DSÖ üzerinden ABD ve gelişmiş ülkelerin çıkarlarının nasıl korunduğunun ve gelişmekte olan ülkelere ne kadar büyük bir haksızlık ve sömürü uygulandığı gerçeğini bir miktar anlatmış ve Dr. Supari’nin bu adaletsizliğe karşı uluslararası arenada verdiği mücadeleyi aktarmaya devam edeceğimi yazmıştım.
Bir önceki yazıda da ifade ettiğim gibi DSÖ genelde dünyanın, özelde ise üye ülkelerin vatandaşlarının sağlık sorunları için tavsiyelerde bulunmak ve koruyucu tedbirler alınması için gerekli uyarı ve çalışmaları yapmak üzere kurulmuştur ve önemli bir güce ve etkiye sahip uluslararası bir organizasyondur. Üye ülkeler DSÖ’den gelecek talimatlara uyma konusunda kendilerini mecbur hissederler ve çoğu zaman da uyarlar. DSÖ altında çalışan ve 1952 yılında kurulan Global Influenza Surveillance Network (GISN)–Küresel İnfluenza Takip Ağı (KİTA)- ise dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun ortaya çıkan grip vakalarının rapor edildiği ve etken virüslerinin gönderildiği bir kuruluştur.
Bugün bilinmektedir ki KİTA’ya ülkeler tarafından gönderilen virüsler hiç kimseye sorulmadan ve izini alınmadan Los Alamos’taki bir laboratuvara gönderilir. Bu laboratuvar ABD Savunma Bakanlığına bağlı olarak çalışır ve bu laboratuvarda biyolojik silahlar ve bunlara karşı üretilen aşı ve ilaçlar üzerine araştırmalar yürütülür. Yine herkesin bildiği bir gerçek vardır ki, her ülkenin DSÖ’ye göndermek zorunda olduğu virüsler “bir şekilde” uluslararası ilaç firmalarının eline geçer ve bu virüslerden üretilen aşılar ve ilaçlar yüksek fiyatlarla, bu virüslerin kaynağı olan fakir ülkelere satılır.
Dr. Supari bu düzenin, az gelişmiş ve söz konusu salgın ve hastalıklardan muzdarip ülkelerin aleyhine işlediğini düşündüğünden, bu düzenin sorgulanıp daha şeffaf hale getirilmesi için DSÖ’ye bir tartışma önergesi sunmaya karar verir. DSÖ başkanı ve ABD Sağlık Bakanı Dr. Supari’yi bu önergeyi vermekten vazgeçirmeye çalışır. Üstü kapalı bütün ‘tehdit’lere rağmen Dr. Supari kararından vazgeçmez. Çünkü yapılan haksızlık çok açıktır ve sorduğu sorulara ne DSÖ ne de ABD Sağlık Bakanı cevap verebilmektedir. Soruları: Neden bütün virüsler Los Alamos’a gitmektedir? Bu konuda virüs ve mikroorganizmaların kaynağı olan ülkelerin onayı alınmakta mıdır? Bu virüs ve mikroorganizmalardan biyolojik silah üretilebilir mi? DSÖ ve KİTA’ya gönderilen virüsler neden ve nasıl uluslar arası ilaç firmalarının eline geçiyor? Bu transferden ülkelerin haberi var mı? Bu transferden dolayı büyük paralar kazanacak olan ilaç firmaları bir ödeme yapıyor mu? Yapıyorsa kime yapıyor, yapmıyorsa neden yapmıyor? DSÖ, Material Transfer Agreement (MTA), yani DSÖ’nün söz konusu kaynak ülkenin izni olmadan virüsü başka bir kurum veya şirkete devretmesinin mümkün olmadığı garantisini veren sözleşmeyi neden kabul etmiyor? Kendi insanını hasta eden ve öldüren virüslerden üretilen aşı ve ilaçlar üzerinde, çoğu gelişmekte olan ülkelerin neden hiçbir hakkı yok? Üretilen aşı ve ilaçlar, parasını ödemeye razı bile olsa, neden ilk önce en çok ihtiyaç duyan fakir ülkelere değil de gelişmekte olan ülkelere satılır? Dr. Supari bu soruların cevabının bütün dünya ülkeleri sağlık bakanları tarafından merak edileceğini, dolayısıyla böyle bir önergenin DSÖ’nün bir üst kuruluşu olan World Health Assembley (WHA)-Dünya Sağlık Asamblesi (DSA)’nde yeterli desteği bulacağını düşünür.
Dr. Supari DSÖ ve DSA’da verdiği bilimsel ve diplomatik mücadeleyi kitabında uzun uzun anlatıyor, ancak ben burada sadece sonucu sizlerle paylaşmak istiyorum. Aylar süren mücadele sonunda ABD ve bazı Batı Avrupa ülkelerinin diğer ülkelere uyguladığı baskı ile Endonezya Sağlık Bakanının “Virüs paylaşımı ve bunlardan elde edilecek aşı ve ilaçların üretim sürecinin şeffaf ve adil hale getirilmesi” önergesi reddedilir. Dr. Supari bu süreçte kendisine destek veren ülkeler ve onların sağlık bakanlarından da bahsediyor kitabında. Tabii doğal olarak T.C. Sağlık Bakanlığını aradı gözlerim. Dr. Supari önergesine destek veren 23 ülkeyi sıralıyor: İran, Kuzey Kore, Vietnam, Irak, Küba, Filistin, Suudi Arabistan, Malezya, Kamboçya, Timor Laste, Sudan, Miyanmar –Burma–, Maldivler, Peru, Burunai Sultanlığı, Cezayir, Katar, Laos, Solomon Adaları, Butan, Kuveyt, Bolivya ve Pakistan (ülkeler kitapta geçtiği sıra ile verilmiştir.). Bir de bazı ülkeler sayıyor ki onların yetkilileri de “haklısınız ama karşı tarafta ABD olduğu için size destek veremediğimiz için üzgünüz.” demişler. Türkiye bu ülkeler arasında da sayılmamakta. Demek ki ülkemiz Sağlık Bakanlığı yukarıda sorulan soruların cevaplarını biliyor ve verilen cevaplardan da mutmainler (tatmin olmuşlar). Eh ne diyelim, bizi de bir gün aydınlatırlar zahir. Ama önce, pek çok ülkeye olduğu gibi bizim ülkeye de satılan ve stoklarda tıka basa dolu olan SARS ilacı Tamiflu’ya ve SARS için hazırlanıp ülkelere ihraç edilen özel kıyafetler için harcanan ve israf olan para konusunda halkı aydınlatsalar çok memnun olacağız.
Burada özel olarak TC Sağlık Bakanlığına yönelik bir eleştirim söz konusu değil. Sadece Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler, UNESCO, UNICEF vs. gibi uluslararası örgütlerin varlık nedeninin başta ABD olmak üzere belli ülkelerin menfaatlerini korumak, zayıf ülkelerin zayıf, güçlülerin ise güçlü kalmasını garanti altına almak, dünyadaki bütün ülkeleri istekleri doğrultusunda kontrol altında tutmak olduğunu müşahhas bir örnekle gözler önüne sermek istedim. Yeni bir paradigma –bakış açısı– ve dünya düzeni kurulmadan bizim ve bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin bellerini doğrultması mümkün görülmüyor. Javalı cesur kadın Dr. Siti Fadilah Supari’nin kitabının kapağına yazdığı gibi: “Saatnya Dunia Berubah!” –Dünya İçin Değişme Zamanı!”