Maalesef günümüzde, dünyanın hemen hemen her yerinde çeşitli siyasi ve ekonomik problemler yaşanmaktadır. Çeşitli yerlerde savaşlar yapılmakta, kan akmakta, analar, çocuklar ağlamaktadır. Feryatları arşı titreten annelerin yürekleri, temiz yüzlerinden boncuk boncuk gözyaşı akan masum çocukların ümit dolu hayalleri bunu hak etmemektedir. Buna dur diyecek, her türlü zulme karşı koyacak, ezilen masumların ellerinden tutacak bir güce ihtiyaç vardır. İşte o güç, Allah’a/Hakk’a gönülden inanan, tüm peygamberlerin, kutsal metinlerin, bilgin ve feylesofların hedef olarak gösterdiği hak, hukuk ve adaleti ölçü olarak kabul eden insanların gücüdür. İslâm, barış, güven, huzur, saadet ve mutluluk demektir. İslâm, yani toplumsal uzlaşı ve barış, tüm ilahi dinlerin ortak adıdır. Bu barış, ancak adaletin gerçekleşmesi ile sağlanabilecektir. Müslümanlar, dünyanın her yerinde Cuma günü okunan Cuma hutbesinin sonunda şu ayeti okumaktadırlar:
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“Kuşkusuz Allah, adaleti, iyiliği ve akrabalara yardımı emreder; ahlaksızlığı, kötülüğü ve haksızlığı yasaklar; ders alasınız diye size vaaz eder/öğüt verir.” [1]
Ne kadar güzel! Adalet, iyilik ve yardımlaşma emredilmektedir. Bunlar, hiçbir ayırım gözetilmeden her insan için istenmektedir. Haksızlık, kötülük ve ahlaksızlık da yasaklanmaktadır. Bundan daha güzel ve kapsayıcı mesaj olamaz. Aynı şey, daha pek çok ayette dile getirilmektedir. Önemli olan nokta, buna inanıp ona göre hareket etmektir. Bütün peygamberlerin ve tüm kutsal metinlerin ana hedefi, bunu gerçekleştirmektir. Kur’ân, bunu gerçekleştirmek için gerektiğinde zalime karşı durup çetin mücadelelerde bulunmayı ne kadar güzel bir şekilde dile getirmektedir:
وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا فَإِن بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ فَإِن فَاءتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
“Eğer inananlardan (insanlardan) iki topluluk birbirleri ile çarpışacak olursa, aralarını düzeltin. Eğer onlardan biri diğerine saldırırsa, Allah’ın emrine dönünceye kadar saldıran tarafa karşı savaşın. Eğer yaptıklarından dönerlerse, aralarını adaletle düzeltin ve adil olun. Muhakkak ki Allah, adil olanları sever.”[2]
Gerçek anlamda Allah’a inanan ve Kur’ân’ı ölçü alan insan, babası, kardeşi veya evladı dahi olsa, zalime karşı direnmeli ve onların işledikleri zulmü engellemek için gerektiğinde vuruşmaya bile hazır olmalıdır. İŞTE İNSANLIĞIN BÖYLE BİR ANLAYIŞA İHTİYACI VARDIR. Kur’ân ve sünnete, tevhit inancına dayanan böyle bir anlayış, en çok Müslümanların arasında yoktur. İnsanlar arasında ayırım yapan, Allah’ın Rabbülalemin/tüm âlemlerin, tüm insanların rabbi olduğunu kavrayamayan insanların bu hedefe ulaşmaları mümkün değildir.
Yeryüzünde tüm insanlar için toplumsal uzlaşı ve barışı sağlayacak böyle bir İslâmî anlayışı sağlamak için, bu inancı, onu yaşayamayan ve sağlayamayanların ellerinden kurtarmak gerekir. Dünyanın, adalet ilkesine dayanan bir İslâmî barış anlayışına ihtiyacı vardır. İslâm’ın da hiçbir şekilde insanlar arasında ayırım yapmadan bu adaleti sağlayacak adil yöneticilere ihtiyacı vardır.
Annelerin yüreğinin yanmadığı, çocukların ağlamadığı, gözyaşlarının akmadığı, toplumsal uzlaşı ve barışın egemen olduğu bir dünya dileği ile, herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
[1] en-Nahl 16/90.
[2] el-Hucurât 49/9.