Savaşlar sonrası nüfusun azalması karşısında doğum ve nüfus oranlarını arttırmak, hükümetlerin sosyo-ekonomik ve bilimsel çalışmalarında öncelikli hedefi olmuştur.1950’li yıllarda Avrasya ve Orta Doğu ülkeleri doğurganlık oranlarına bakıldığında Yemen başta olmak üzere (8,20), Suriye (7,70)-Irak (7,30) ve Suudi Arabistan (7,18), Türkiye (6,93) gibi İslam ülkelerinde ve Çin’de (6,11) yüksek iken, İsrail (%4,16), Amerika Birleşik Devletleri (ABD) (3,45), Rusya (2,85), Yunanistan (2,29) ve İngiltere (2,18) gibi ülkelerde daha düşük olduğu görülmektedir. Aynı ülkelerin doğurganlık oranlarının ise 2010 yılında beklenilenin aksine oldukça düştüğü görülmektedir: Afganistan (6,25) ve Yemen (4,65) doğurganlık oran yüksekliğini korurken, bu oranların Türkiye (2,04), İsrail (%2,90), ABD (2,09), İngiltere (1,85), Çin (1,79), Rusya (1,46) ve Yunanistan’da (1,41) daha düşük olduğu görülmektedir. Nüfus planlamasının günah sayıldığı Müslüman ülkelerde bile doğurganlık oranlarındaki bu keskin düşüş oldukça çarpıcıdır.
1950’li yıllarda doğurganlık oranlarındaki yükseklik karşısında bazı araştırmacılar; nüfusta patlama yaşanacağını, açlığın gelecekte en önemli toplumsal bir sorun olacağını ileri sürdüler. Fakat bu tahminlerin, dünya nüfusunun 2000’li yılların başında 6 milyar iken 2010’un başında 7 milyar civarında olmasıyla boşa çıktığı görülmektedir.
Yaşam beklentisine bakıldığında 1900’lü yıllarda ortalama yaşam beklentisi 48 yıl iken, 2010’lu yıllarda 70 yıl’dır. 1950’li yıllardan 2010 yılına doğru Afganistan (1950: 28,8-2010: 45,5) hariç Orta Doğu ülkelerinin çoğunda insan ömrünün neredeyse iki katı uzadığı görülmektedir: Yunanistan (1950: 65,9-2010: 80,1), İsrail (1950: 65,4-2010: 81,5), Suudi Arabistan (1950: 39,9-2010: 73,8), İran (1950: 44,9-2010: 78,6) ve Türkiye (1950: 43,6-2010: 72,7) (Yaşam beklentisinin yıllara göre katlanmasını; hijyene önem verilmesine, gıda-yiyecek çeşitliliğinin artmasına, tıbbın gelişmesine bağlayabiliriz).
Günümüzde çalışan ve eğitimli annelerin daha az çocuk doğurmayı seçmesi; ailelerin bakabilecek ve geleceğine yatırım yapabilecek sayıda az çocuk istemesi; etkin doğum kontrol yöntemlerinin kullanılması; yüksek boşanma oranlarının çiftlere çocuk yapmamayı düşündürmesi; geleceğe negatif bakan çiftlerin çocuk sahibi olmanın sorumsuzluk olduğunu düşünmesi gibi eğilimlerin biraraya gelmesi tüm dünyada doğurganlık oranlarının düşmesine neden oldu. Başka bir anlatımla daha az çocuk olması, ileride ekonomiyi döndürecek daha az insan olması demektir. Sosyal açıdan da az sayıda çocuk ve genç, ileride büyük sayıda yaşlı nüfusa bakacak sosyal güvenlik ağlarını desteklemeyecek kadar küçük bir iş gücü demektir. Bu eğilim, sanayide duraklamaya ve kültürde donmaya yol açarak dünyaya demografik kışı yaşatacaktır.
Sonuç olarak, Sayın Başbakan Erdoğan’ın “Her ailede en az 3 çocuk” önerisini demografik kışı yaşamamak için bir daha düşünelim derim…
Alıntı: David Passig,2050, Edt. Işıl Ölmez, Koton Kitap 2011.