Yaşamı ‘Bütünsellik’ ilkesine göre algılayan insanlar, genel kabul gören ‘Değişmeyen tek şey değişimdir’ varsayımından hareket ederek, dünya ve çevresiyle ilgili değişimleri keşfetmeye çalışmışlardır.
Tümdengelim yöntemini kullanarak akıl yürüten ve evrenin yeryüzü boyutunda keşifler yapan düşünen insanlar, insanlığın bilimsel sürecin hangi aşamasında olduğunun da kuşkusuz bilincinde idiler.
Bu tür bilim insanlarını evrensel bir düşünceyle analiz ettiğimizde, ne kadar anlama imkanı kazanırsak, sınırlı bir bakışla baktığımızda da o kadar anlayamama ortamı hazırlarız.
İnsanlık tarihinde, dünyayı değiştiren insanların çok yönlü olarak en etkili olanları peygamberler olmuştur. Tüm peygamberlerin ortak felsefesi, toplum adına ‘Toplumsal değişim’dir. Peygamberlik sürecinin son aşaması ve vahye dayanan dinlerin son temsilcisi Hz. Muhammed ‘Nasılsanız öyle yönetilirsiniz’ ilkesiyle toplumsal değişimin evrensel mesajını vermiştir.
Charles Darwin, hiçbir canlının değişme göstermeden varlığını sürdüremeyeceğini, değişmenin yaşam tarihinin özünde saklı bir özellik olduğunu söyleyerek biyolojik yasaların anlaşılmasına kapı açmıştır.
İnsanlık tarihinin, “Bir sınıfın başka bir sınıfı sömürmesi hikayesi” olduğunu söyleyen Marx, sömürmenin üslup farkıyla tüm zamanlarda süreklilik kazandığına ışık tutmuştur.
Tek adam zihniyetinin ve diktatörlüğün büyük ustası(!) ‘Hitler’in, toplumsal değişimle çelişen eylemlerinin kabul edilmezliği, tarihin önemli ibret levhalarından biri olmuştur.
Günümüzde dünyayı değiştirmek isteyen insanlar, mistik heyecanlar duymaktadırlar. Bu duygular Bin Ladin’lerde, Bush’larda gözlenmektedir.
Bizim önerimiz, mistik heyecanlar duyan bu örneklerin, dünyanın dengesini de düşünerek değiştiren Einstein’ın, kendi penceresini çerçeveleyen şu görüşlerini dikkate almalarıdır:
‘Duyabileceğimiz en güzel ve en derin heyecan mistik heyecandır. Bütün hakiki ilim bundan çıkar. Mistik heyecanı tanımayan, tabiat karşısında artık hayrete düşmeyen ve huşu içinde kalmayan kimsenin ölüden farkı yoktur. Bizim anlayamadığımız, göremediğimiz şeyin gerçekten mevcut olduğunu, ancak onun bizim pek sınırlı yeteneklerimizce en ilkel örnekleriyle anlayabildiğimiz en yüce akıl ve en parlak güzellik halinde kendini gösterdiğini bilmek -işte hakiki dindarlığın temelinde bu bilgi ve duygu vardır.’
37
önceki yazı