Geçen haftaki yazımın başlığı “Nedir bu fizyoterapistlerin sizden çektiği?” idi. O yazıda hekimlerin fizyoterapistlere yaptıklarından söz etmiştim. Bu haftaki başlığımı da, hasta ve hasta yakınlarından hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetten bahisle “Nedir bu doktorların sizden çektiği?” olarak atayım dedim ama, o başlığın bu işin “azmettiricilerini” kapsamayacağını düşünerek yukarıdaki başlıkta karar kıldım.
Daha önce bu köşedeki pek çok yazıda, özellikle de “Vurun doktora nasılsa hasta hakları var” yazımda defaatle belirttiğim gibi, sağlık çalışanına yönelik şiddet son 4-5 yılda katlanarak arttı ve bana göre bunun sorumlusu mevcut Sağlık Bakanlığı ve onların sözüm ona “hasta merkezli” politikalarıdır. Onlar bunu kabul edip önlem alıncaya kadar bunu yazmaya ve konuşmaya devam edeceğim. Bu vahim durumun ikinci müsebbibi de, mevcut yasalar ve bunun uygulayıcıları olan hakim ve savcılardır. Daha önce bu köşede sormuştum ve hiçbir cevap alamamıştım. Arzu etmeyiz ama, benzer bir dayak olayı bir doktora değil de bir hakime, bir savcıya, bir subaya veya bir mülkiyeliye yapılsa, suçlular karakolun bir kapısından girip diğerinden çıkabilir veya mahkemede sembolik bir para cezasıyla (hatta çoğu zaman o bile olmadan) kurtulabilir mi? Yoksa “kitapta” o adamı sürüm sürüm süründürecek bir madde bulunur mu? Bunu kamu vicdanına ve aklı selim sahibi, bu ülkenin gerçeklerini bilen herkese soruyorum.
Ben bu soruyu iki yıldır çevreme soruyorum ve aldığım cevap sözünü ettiğim meslek erbabı şahıslar dışında hep aynı. “Alimallah adam Marmara çırası gibi yanar.” Bu değerli meslek mensupları devlet memuru ve devleti temsil ediyor da doktorlar kimi temsil ediyor? Onlara atılan tekme ve yumruk devletin şahsına atılırken, doktora atılan tekme sadece onun karnına, yumruk da sadece onun burnuna mı atılıyor?
Diyeceksiniz ki, “Sen ne diyorsun bu memlekette adam milletvekiline, bakana yumruk atıyor.” Doğru da, o zaman onlar hain, provakatör ve tetikçi muamelesi görürken hekimi döven neden “canı yanmış”, “yeterince hizmet alamamış” bir mazlum muamelesi görüyor?
Tekrar bu konuyu yazmama neden olan Çorum’da gerçekleşen bir hadise. Çocukları bisikletten düşen bir anne-baba, çocuklarına “gerekli müdahale yapmadığı” (ne demekse?) gerekçesiyle acil servis doktoruna saldırıp burnunu ve parmağını kırmış. Bizim TTB Başkanımız da Adıyaman’daki veda konuşmasında “Babamız yaşındaki adama sen dememizin” yanlışlığından bahsediyor. Böyle adamlara “sen” desen ne olur, “can” desen ne olur? Adam “vahşi”, kadın “görgüsüz”. Ama onlara bu gücü veren birileri var. Bu daha önce defalarca test edildi ve görüldü. Doktora sövene de, dövene de bir şey olmuyor.
Memleketin birinde bir başhekim bıçaklanıyor, şehrin Tabip Odası Başkanı bir heyetle beraber başsavcıyı ziyerete gidiyor. Başsavcı heyete ülkenin her yerinde şiddet olduğundan, herkesin herkesi yumrukladığından ve bıçakladığından, yasaların hakimlere ve savcılara bir yetki vermediğinden, dahası bazı hekimlerin de bunu hak ettiğinden bahsediyor. Dinleyenlere “Pes yani!” demekten başka çare de kalmıyor.
Bir zamanlar bir konuşmasında “Bu olayların durması için kaç hekimin ölmesi lazım?” diye soran ve belli çevrelerden büyük tepki alan Medimagazin yazarı Prof. Dr. Özkan Ünal’ın sorusu hâlâ ortada durmaktadır ve muhatabını beklemektedir.
Unutulmasın ki, hekimlere atılan o yumruklar devlete, adalete ve insanlığa atılmaktadır. Kırılan da sadece hekimlerin burnu ve parmağı değil, Sağlık Bakanlığının onuru ve itibarıdır. Tıpkı o eylemi planlayan ve hayata geçirenlerin sadece Ahmet Türk ve Taner Yıldız’ın burnunu değil, bizlerin de ümitlerini kırmaya çalıştıkları gibi. Bu vesileyle her iki olayı da nefretle kınıyorum.