Yeni eğitim öğretim yılının ilk zili okul öncesi ve ilkokul 1 inci sınıf öğrencileri için okula uyum eğitimi haftası kapsamında 5 Eylül 2022 Pazartesi günü çalıyor. 12 Eylül 2022 tarihi itibariyle de ilköğretim ve ortaöğretim okulları merhaba diyecekler yeni eğitim öğretim yılına. Doğal olarak öğrencileri, öğretmenleri ve velileri tatlı bir telaş almış durumda. Yöneticiler okul hazırlıklarını, veliler de öğrencilerin hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyorlar. Okulların açılmasının arifesinde bitmesini istemediğimiz, hayat pahalılığının biraz da gölgesinde kalmış olsa da ayrı bir heyecan var herkeste. Bununla birlikte yaşamın zorlukları, hemen her yıl benzer rutinleri yapmak bir miktar yoruyor, hep aynı şeyleri yapma hissi uyandırıyor olabilir insanlarda. Yine de varsın olsun, hareket olsun, heyecan olsun yeter ki. Hiç kimse heyecanını yitirmesin. Heyecan iyidir, yaşama sevinci verir, canlı tutar insanı. Baharla birlikte yeşermeye başlayan doğa gibi, öğrencilerle yeşerir, canlanır okullar. Öğrenciler, öğretmenler olmadan okullar adeta bir duvar yığınını andırır. Öğrencilerin sesleri can verir, neşe katar okulun duvarlarına. Öğrencisi ve öğretmeni olmayan okulların duvarlarını hüzün kaplar. Umulur ki pandemi sürecinde tecrübe ettiğimiz hüzün geçmişte kalır, geri gelmemek üzere son bulmuş olur. Bu süreçte sağlığımızın ve sahip olduklarımızın paha biçilmez bir değerde olduğunu hatırladığımızı unutmadan bir kenara yazmakta yarar var elbette.
Öğretmenlerimizin büyük kesimi mesleki gelişimlerini devam ettirmek ve bunu özlük haklarına yansıtmak amacıyla yaz tatillerini büyük ölçüde uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik hazırlıklarıyla geçirdiler. Bu hazırlıkların öğrenme öğretme sürecine pozitif yönde yansıması, eğitimin niteliğinin yükselme eğilimine girmesi gerekir. Aksine bir durum, öğretmenlerimizin yaz tatilindeki yorgunluklarını öğrencilere fatura etmeleri düşünülemez. İyisini isterken yaptıklarımızla buna hakkımız olup olmadığını aklımızın terazisinde, vicdanımızda tartmamız gerekir.
Öğretmenlerimizin yazın sıcağında verdikleri emek, döktükleri ter kimi zaman sitem etmelerine yol açtı. Öğretmenlik kariyer basamaklarında yükselmenin yolunu yöntemini eleştirdiler. Başka bir yolun bulunabilmesinin imkânını tartışmak istediler. Elbette hakkaniyete uygun daha iyi bir yol aranıp bulunabilir. Bu ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte bu durum öğretmenlerimizin okul hazırlıklarına ikinci dönemin tamamlanmasının ardından yaz tatiliyle birlikte başladıklarını da göstermektedir. Yapılan bu hazırlıkların öğrenme öğretme sürecine olumlu yönde yansıması beklenir. Öğrenme öğretme sürecinin aynı zamanda bir iletişim süreci olduğu, iletişimin de insanları var etme becerisi anlamına geldiği düşünülürse amasız, fakatsız öğretmenlerimizin öğrencilerimizi var etmek için büyük çaba sarf edecekleri bir eğitim yılı için şimdiden heyecanlanabiliriz.
Eğitim öğretim yılının başında okul heyecanı gözlerinden okunan öğrencilerimizin aynı heyecanı devam ettirebilmelerinde kendilerini güvende hissedebilecekleri bir ortama ihtiyaçları vardır. Öğrencilerimizle olan etkileşim biçimimiz, göz temasımızın niteliği güven ortamının oluşup oluşmamasını belirler. Öğretmenlerimizin öğrencileri tarafından anlaşılmayı arzu etmeleri nasıl bir haksa, onların da öğretmenleri tarafından anlaşılmayı beklemesi öyle bir haktır. Öğrencilerimize değerli oldukları hissettirilir, dinlenir, anlaşılmaya çalışılırsa öğrenme öğretme sürecinin niteliğine sağlanabilecek katkının yanında disiplin sorunları da en aza indirilebilir.
Öğrencilerimizin kendilerini güvende hissedecekleri ve kendilerini rahatlıkla ifade edebilecekleri bir sınıf ortamı oluşturmaya özen göstermeliyiz. Bu kuralsızlık, sınırsızlık ve sorumsuzluk olarak düşünülmemelidir. Aksine belli sınırlar içerisinde, belli kurallar çerçevesinde hareket edilmeli, kurallar keyfilik olarak değerlendirilmemelidir. Anlamları ortak kılma olan iletişimi hayatımızın merkezine yerleştirmeli, anlamayı ve anlaşılmayı öncelemeliyiz. İletişimin sağlıklı olmadığı bir ortamda ne yazık ki etkili bir eğitimden söz edilemez. Öğrencilerimize haddi aşma anlamına gelmeyen bir özgüveni, öz disiplini, öğrenme merakını ve öğrenme isteğini güzel bir miras olarak bırakabiliriz.
Bilginin öylesine hızlı üretildiği ve tüketildiği bir dünyada öğrencilerimizin öğrenme kayıplarını telafi edebilecekleri ile ilgili kaygılarımızdan kurtularak hem kendimize hem de öğrencilerimize bir iyilik yapalım. Öğrencilerimizi birbirine benzetmek için beyhude çabalar içerisine girmeyelim. Parmak izleri gibi her öğrencinin biricik, özel ve farklı olduğu gerçeğini dikkate alarak kendileri olmalarına, potansiyellerini keşfetmelerine, kendilerini gerçekleştirmelerine yardımcı olalım. Eğitim hakkı kapsamında öğrencilerimizin saygı görme hakları olduğunu, öğrenme hızlarının birbirlerinde farklı olabileceğini hatırda tutarak geç öğrenen öğrencilerimize insanlık dışı muamele yapmayalım. Çok ödev vererek iyi öğretmen olma unvanını elde etmek yerine öğrencilerimizin ihtiyaç ve seviyelerine uygun ödevler vermeyi ve öğrencilerimizin kendi emek ve alın terlerini takdir etmeyi önemseyelim. Başarmanın tadını tattıralım öğrencilerimize. Hayatta ve derslerde yaşanan bazı başarısızlıkların dünyanın sonu olmadığını, insanların düştükleri yerden de kalkabileceklerini öğretelim öğrencilerimize. İnsan yaşamının doğrusal olmadığını kimi güçlüklerin motivasyon kaynağı olabileceğini hatırlatalım. Her ne olursa olsun içlerindeki umut ışığının korunmasında yol gösterelim, yardımcı olalım onlara. Öğrencilerimizin öğrenme meraklarını öldürmektense öğrenme eksikliklerine razı gelelim. Yaptıklarımız ya da yapmadıklarımızla öğrencilerimizi okuldan, öğrenmeden uzaklaştırmayalım. Kendi çocuklarımız için taşıdığımız hassasiyetleri öğrencilerimizin de hak ettiğini gözden ırak tutmayalım. Öğretmen olarak söylemlerimizden çok eylemlerimizin etkili olduğunu bilelim ve öğrencilerimizin parmak izlerimizi değil, ayak izlerimizi takip ettiklerini unutmayalım.
Yüreğinizdeki heyecanın gözlerinizdeki ışıltıya dönmesi dileğiyle…