Manisa’nın Yunt Dağlarında Çanakkale’nin Kaz Dağlarına doğru denize paralel devam eden dağların arkasına yaslanmış Balıkesir’in çok sayıda tarihi değerleri vardır. Muharrem Hasbi Koray Lisesi, bu önemli değerlerden biridir. Nice değerli hocalar bu lisede ders verdiği gibi, pek çok bilim, iş, sanat, idare ve siyaset insanları da bu lisede yetişmiştir.
Bir zamanlar Garip Hoca, bu lisede son sınıfların İngilizce derslerine giriyordu. Garip Hoca, İngilizce derslerinin yanında öğrencilerin felsefe, din, edebiyat ve benzeri konularla ilgili sorularına da cevap veriyor ve onlarla yakından ilgileniyordu. Öğrencileri onu seviyor ve sayıyorlardı; ona inanıyor, güveniyor ve büyükleriyle paylaşmaktan çekindikleri çok şeyi onunla paylaşıyorlardı.
Bir gün EBRU adında bir kız öğrenci, usulca Garip Hocaya yaklaşarak bazı özel konuları kendisiyle paylaşmak istediği söylemiş. Garip Hoca ile Ebru, uygun bir yerde oturmuşlar. Sonra Ebru, Hocaya, anne babasının boşanmış olduklarını, kendisinin Balıkesir’de annesiyle beraber kaldığını, babasının Bursa’da öğretmen olduğunu, babasını göremediği için acı yaşadığını, bir ara bu hasreti gidermek için Bursa’ya babasının evine gittiğini, faka üvey annesinin onu kapıdan geri çevirdiğini, dolayısıyla babasını görmeden geri döndüğünü söylemiş.
Ebru bunları Garip Hocaya anlattığı zaman, hüznü yüzünden okunuyordu. Gözyaşlarının, yanaklarından süzülmediği, içerden kalbine doğru aktığı hissediliyordu. Garip Hoca, eline bir kâğıt ve bir kalemi alarak, onun adına babasına hitaben aşağıdaki satırları yazmaya başlamıştır:
08.03.1987
BALIKESİR
Elini öpmeğe, yüzünü seyretmeğe, başımı göğsüne dayayarak güzel kokusunu yaralı ciğerlerime çekerek efkârımı dağıtmaya hasret olduğum babacığım!
Annemle anlaşamadınız, ayrıldınız. Buna saygı duyuyorum. Biz çocukların bunda ne suçu vardır? Biz, niye bu acıları yaşıyoruz?
Ben okulun bahçesinde dolaşırken, bir çocuk sokakta babasına, “Baba!” diye seslendiği zaman, ne kadar acı hissettiğimi tahmin edebiliyor musun? Çünkü ben, o çocuk gibi babama, “Baba!” diye seslenmenin hasretini yaşıyorum. Bazen rüyamda seni görüyorum. Yürüyerek bana doğru geliyorsun. Boynuna sarılmak, doya doya koklamak için sana doğru koşuyorum. Fakat yatağımdan heyecanla fırlayıp uyanıyorum. Bir de gördüklerimin rüya olduğunu görüyorum. Bu nedenle ufacık bir yumruk kadar küçücük kalbimde hissettiğim acıların, bir yanardağın lavları kadar yakıcı olduğunu hissediyorum. Ben ve benim gibi anı kaderi paylaşan kişilerin çektiği acıları herkes hisseder, bazı üvey anneler müstesna.
Babacığım!
Senden hiçbir şey istemiyorum. Bir kere okulun bahçesine gele bilsen, uzaktan bana, “Ebru! Kızım!…” diye bilsen, yüreğimdeki alevli lavlara bir bahar yağmuru gibi serinlik vereceksin!
Bilmem beni tanıyor musun?
Kızın Ebru Aksoy.
————————-
Ebru mektubu babasına yolladı ve Garip Hoca bir süre sonra başka bir ile bir üniversiteye öğretim görevlisi olarak atandı. Aylar sonra bir Kurban bayramında Garip Hocaya Ebru’dan bir bayram tebriği geldi. Tebriğinde, “Hocam, bayramınızı kutlar, ellerinizden öperim. Babam yazdığınız mektubu alır almaz, Balıkesir’e geldi, beni alıp yanına götürdü. Şimdi Bursa’da Uludağ Üniversitesinde öğrenciyim” diyordu.
3 yorum
Yazınız için teşekkürler. Bu bilgiler ışığında nice insanlar bilgilenmiş olacaktır.
Verdiginiz bilgiler için teşekkürler , güzel yazı olmuş
Yorumlarınız için sizlere çok teşekkür ediyorum. Sağ olunuz, var olunuz. Allah sizlerden razı olsun. Selam, saygı ve hümetler.