Bundan önceki yazımızda Ebü’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Habîb el-Basrî el-Mâverdî’nin (ö. 450/1058) hayatı ve eserleri hakkında bazı bilgileri vermiştik. Bu yazımızda da onun “Edebü’d-Dünyâ ve’d-Dîn” adlı eseri ve bu eserde akıl hakkında verilen bilgiler üzerinde duracağız. Önemi nedeniyle bu kitap, İslam âleminin yanında Batı dünyasında da defalarca yayınlanmıştır.
Mâverdî bu kitabını beş bölüm halinde hazırlamıştır. Birinci bölümde aklın fazileti, ikinci bölümde ilmin edebi, üçüncü bölümde dinin edebi, dördüncü bölümde dünyanın edebi ve so bölüm olan beşinci bölümde de nefsin edebi işlenmiştir. Bölüm başlıklarından da anlaşıldığı gibi bu kitap, edep ve ahlakla ilgilidir. Bu başlıklardan da anlaşıldığı gibi işlenen konular birbirleriyle irtibatlıdır. Mâverdî bu kitabını hazırlarken başta Kur’an-ı Kerim’i esas kaynak olarak ele almış ve ikinci derecede hadisi ölçü almıştır. O, kitabını bilge insanların hikmetli sözleri, edebiyatçıların edebi ifadeleri ve şairlerin edebi sanatlarla mücehhez şiirleriyle süslemiştir. Mâverdî, diğer çeşitli eserlerinde olduğu gibi bu eserinde de başkalarını taklit etmekten uzak durmuş, hür ve bağımsız bir irade ile konuları ele alarak ilmi, felsefi, ahlaki ve edebi yönden incelemiştir. O, din ve dünya işlerinin bilinçli bir şekilde bilimsel ölçüler dâhilinde götürmeyi, dünya hayatında tüm insanlar için toplumsal uzlaşı ve barışı sağlamayı hedeflemenin yanında ahiret hayatındaki mutluluğu amaçlamayı, en değerli ve en faydalı iş olarak kabul etmiştir.[1] Mâverdî, kitabında ilk olarak akıl konusunu işlemiştir. Akıl kavramını kısaca tanıttıktan sonra onun akıl hakkındaki açıklamalarını özetleyeceğiz.
Sözlük kitaplarında aklın tanımı hakkında çeşitli tarifler yapılmıştır. Arapça kökenli bir kelime olan akıl, düşünmek, idrak etmek, kavramak bağlamak, tutmak, engel olmak, bilgi elde etme gücüne sahip olmak ve benzeri anlamlarda kullanılmaktadır. Akıl, varlıkların güzellik, çirkinlik, kemal ve noksanıyla ilgili özelliklerini idrak etme kabiliyetidir. Bir bakıma akıl, hayırlı olan iki şeyden hangisinin daha hayırlı olduğunu, şer olan iki şeyden hangisinin daha az şerli olduğunu kavraya bilme özelliğidir. Akıllı olmak, ahmak olmanın zıddıdır.[2]
Yüce Allah, insanlara aklı vererek onları diğer varlıklardan üstün kılmıştır. Çünkü insanlar akılları sayesinde dünyayı idare etmekte, güzelleştirmekte ve dünyadaki varlıklardan yararlanmaktadır. Bununla beraber Yüce Allah, insanları akılları nedeniyle sorumlu tutmakta, aklı olmayana sorumluluk vermemektedir. Bu nedenle olmalı ki Mâverdî, aklı her şeyin üstünde tutmuştur. O, “Edebü’d-Dünyâ ve’d-Dîn” adlı eserinin birinci bölümünde akıl hakkında geniş bilgi vermiştir. Ben, onun bu konuda verdiği bilgileri çok özet bir şekilde anlatmaya çalışacağım: “Şunu kesin olarak bilmek gerekir ki, her faziletin bir esası ve her edebin de bir kaynağı vardır. Hiç şüphesiz faziletlerin esası ve edebin kaynağı akıldır. Allah, aklı din için asıl kaynak ve dünya için temel direk kabul etmiştir. Yüce Allah aklı, dini yükümlülükler için şart koşmuştur. O, aklı olmayanı sorumlu kılmamıştır. İnsanlar, farklı inanç, arzu ve isteklere sahip olmalarına rağmen, akıl sayesinde bir araya gelip aralarında toplumsal uzlaşı ve barışı sağlamaktadırlar. Akıl olmasaydı, insanlar hem kendilerini hem de dünyayı idare edemezlerdi. Çünkü dünya, aklın verdiği isabetli kararlarla imar ve idare edilmektedir. İnsan için arzu edilen en faziletli şey, hiç şüphesiz akıldır ve insan için en zararlı olan şey ise, hiç şüphesiz aklın zıddı olan cehalettir. Ona göre insana verilen en büyük nimet akıl ve ona isabet eden en kötü musibet ise, cehalettir. Akıl sayesinde hakikatler anlaşılır, iyilik ve kötülük birbirinden ayırt edilir. Onun için akıl hakkında çeşitli felsefi ifadeler ve edebi şiirler yazılmıştır. Konuyla ilgili uzun uzadıya yazılmış bir şiirin ilk mısraının anlamı şöyledir: “İnsanın mali/maddi durumu yeterli olmasa da, aklı ona toplum içerisinde değer kazandırmaktadır.”[3]
Her zaman için insana yarar sağlayan ve ilmi kabul eden en büyük kuvvet, hiç şüphesiz akıldır. Akıl, yaratılıştan insanda var olan fıtri akıl ve sosyal hayatta deney ve tecrübelerle kazanılan akıl olmak üzere iki kısım halinde değerlendirilmektedir. İnsan fıtri akla, manevi cevhere sahip olmazsa, sonradan deney ve tecrübelerle elde edilen aklın faydası olmamaktadır. Onun için Hz. Muhammed (sav.), “Allah, akıldan daha değerli bir şey yaratmamıştır”[4] diye buyurmuştur.
Mâverdî, fıtri ve kesbi olan bu iki çeşit aklı, bir şiirle dile getirmiştir. O, bu şiirde özet olarak şu bilgileri aktarmaktadır: “Aklı, mesmu/işitilerek öğrenilen ve matbu/yaratılıştan var olan olmak üzere iki çeşit olarak gördüm. Güneş ışınlarının görmeyen göze fayda vermediği gibi, tabii akıl olmayınca, deney ve tecrübelerle elde edilen aklın da hiçbir faydası olmaz.”[5] Kesinlikle en keremli olan şey, temiz ahlaktır. Onun birinci özelliği akıl, ikincisi din, üçüncüsü ilim, dördüncüsü şefkat, beşincisi cömertlik, altıncısı marifet, yedincisi iyilik, sekizincisi sabır, dokuzuncusu şükür ve onuncusu da yumuşaklıktır. Bunları bir şiirle dile getiren Mâverdî, konuyu anlatmaya devam etmiştir.[6]
Aklın önemini, böyle birkaç sayfa ile anlatmak mümkün değildir. Hz. Muhammed (sav.) hicri 9, miladi 630 yılında Ebû Abdirrahmân Muâz b. Cebel b. Amr el-Ensârî’yi (ö. 17/638) Yemen’e görevli olarak gönderdiği zaman ona, “Orada ne ile hükmedeceksin?” diye sormuş. Muaz, “Kur’an ile” diye cevap vermiştir. Hz. Muhammed (sav.), “Onda bulamazsan, ne yapacaksın?” diye sorunca, Muaz, “Hz. Muhammed’in (sav.) sünnetiyle amel edeceğim” diye cevap vermiştir. Hz. Muhammed (sav.), “Onda da bulamazsan ne ile hükmedeceksin” diye sorunca, Muaz, “Rey ile içtihat edeceğim/akılla hareket edeceğim” diye cevap vermiştir. Bu cevaba çok memnun olan Hz. Muhammed (sav.), “Peygamberin elçisini onun istediği neticeye muvaffak kılan Allah’a hamd olsun!” diyerek Allah’a şükretmiştir.[7]
Ona göre aklımızı kullanalım!
Bu bilgilerin, aklın önemi hakkında bazı mesajları vermesi umuduyla, herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
[1] Bkz. Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib el-Mâverdî, Edebu’d-Dünya ve’d-Din, thk. Mustafa es-Sekkâ, Şirketu Mektebe ve Matbaati Mustafa el-Bâbî el-Halebî ve Evlâdihi, Mısır 1973, 17.
[2] Ebû Abdirrahman el-Halil b. Ahmed el-Ferâhîdî, “akale”, Kitâbu’l-‘Ayn, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut tsz., s. 664 vd.; Cemaluddin Muhammed b. Mukerrem İbn Manzûr, “haleke”, Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1994, X, 84 vd. vd.; Luvîs Ma’lûf el-Yesûî, “akele”, el-Muncid, Dâru’l-Meşrik, Beytur 1986, s. 520
[3] Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib el-Mâverdî, Edebu’d-Dünya ve’d-Din, thk. Mustafa es-Sekkâ, Şirketu Mektebe ve Matbaati Mustafa el-Bâbî el-Halebî ve Evlâdihi, Mısır 1973, 19 vd.
[4] el-Hüseyn b. Muhammed er-Rağıp el-İsfahânî, “akele”, el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, Kahraman Yayınları, İstanbul 1986, s. 511; Muhammed Abdurrauf el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr Şerhu’l-Camii’s-Sağîr, Matbaatu Mustafa Muhammed, Mısır 1938, V, 444; hadis no: 7901.
[5] el-Mâverdî, Edebu’d-Dünya ve’d-Din, s. 31.
[6] el-Mâverdî, Edebu’d-Dünya ve’d-Din, s. 30.
[7] Tirmizi, Ahkâm,3; Ebû Dâvûd, Akdiye, 11; Dârimî, Mukaddime, 20.