“İnsanoğlu beşer olması münasebetiyle zaman zaman ağlar, üzülür; zaman zaman güler, sevinir, hatta zaman zaman da kızar ve etrafına zarar verebilir. Tüm bunlar insanı hayata bağladığı gibi yaratılışın bir gereği olarak da hayattan ders çıkarmasına vesile olur. Fakat bir insanın ömrü tüm olayları tecrübe edecek kadar da uzun değildir. Bir insan ömrü her şeyi tecrübe edemeyeceğine göre; geriye iki yol kalıyor. Ya her şeyi tecrübe etmek için bildiği doğruları yaşamaya çalışacak ve “bir musibet bin nasihatten yeğdir” atasözünün bir gereği gelecek kuşaklara tecrübî durumlar bırakacak. Veya geçmiş kuşakların tecrübelerinden ve bilgi birikimlerinden yararlanarak doğrulara daha çabuk ulaşacak. Sizce doğruya daha kolay ve çabuk ulaşmak akıllıca bir yol değil mi?”
“Denenmiş yanlış yöntemleri denemek ve yanlışta ısrar etmek birçok yanlışı ve hataları beraberinde getirebilir. O zaman tek yol kalıyor. Tecrübe edilmiş doğru yöntemleri kabul etmek ve bunları gelecek kuşaklara daha da doğrular ile aktarmaktır.”
“Doğru da yapsak yanlış da yapsak hayat akıp gitmektedir. Fakat doğrusu hayatımızda yanlışların az, doğruların çok olmasıdır. İnsanoğlu yaşamı boyunca birçok olumlu ve olumsuz davranışlar ile karşılaşmaktadır. Hayatta karşılaştığımız olumsuzlukları ve kötü durumları hesaba katmaz, iyileri de yeni bir başlangıç olarak görürsek insanlığa daha iyi şeyler bırakmamızın yanında yaratılışın gayesine daha fazla yaklaşmış oluruz. Hayatta karşılaştıklarımız bazen bizleri güldürmekte, bazen derin anlamları ile düşüncelere sevk etmekte, bazen büyük dersler çıkarmamıza vesile olmakta, bazen de iki cihanda bizlere yol gösterici olmaktadır. Zannedersem doğrusu da budur.”
Şu fani dünyada birçok iyilikle karşılaştığımız gibi kötülüklerle de karşılaşmaktayız. Yapılan iyilikleri unuttuğumuz da olmuştur. Unutmadığımız da… Yapılan kötülükleri de unuttuğumuz da olmuştur, unutmayıp intikam hırsı ile fırsat beklediğimiz zamanlar da…
“Bir varmış bir yokmuş zamanın birinde memleketin birisinde bir sultan varmış.”
“Sultan bir gün ben gibi bahçıvanını yanına çağırarak:
‘Bak bahçıvan başı, gördüğün şu gül benim bu bahçemdeki en çok sevdiğim güldür. Bu güle gözün gibi bakacaksın. Eğer bu güle bir zarar gelirse bedeli ağır olur,’ der.
Gel zaman git zaman bahçıvan hem görevini en iyi şekilde yapmak için uğraşır hem de sultanın gösterdiği güle itina ile bakmaya devam eder. Fakat bir gün bir bülbül gelir ve gülün dalına konarak gülün yapraklarını tek tek yolar. Bahçıvan bu durumu görmesine rağmen herhangi bir şey yapamaz ve öylece bakakalır. Daha sonra bu hadise karşısında çok korksa da olayı sultana bildirmekten başka çaresi yoktur. En sonunda bülbülün yaptıklarını sultana anlatır.
Bahçıvanı dikkatlice dinleyen sultan, gayet sakin bir şekilde, ‘Olsun bakalım; ne yapalım eden bulur,’ der.
Bu cevap karşısında rahatlayan bahçıvan işinin başına döner ve daha dikkatli bir şekilde görevini yapmaya devam eder.
Bahçıvan, sultana ve devletine en iyi şekilde hizmet etmenin mutluluğu içerisinde işlerini yoluna koyar. Sarayın bahçesini ve bahçedeki gülleri adeta bir nakış işler gibi bakmaya devam eder.
Günlerden bir gün, aynı bülbül tekrar gelerek başka bir gülün dalına konar ve gülün yapraklarını koparmaya başlar. Tam bu sırada ortaya bir yılan çıkar ve bülbülü yutar. Durumu hayretler içerisinde seyreden bahçıvan koşarak sultana gelir.
‘Sultanım! Aynen dediğiniz gibi oldu. Aynı bülbül geldi ve tam başka bir gülün yapraklarını koparmaya başladığı sırada bir yılan bülbülü yuttu,’ der.
Tecrübeli ve bir o kadar da bilge olan sultan aynı sakin edasıyla, ‘Olsun, eden bulur,’ der.
Bahçıvan bu cevap karşısında şaşkın kalır. Sessiz sedasız tekrar görevinin başına döner. Görevini en iyi şekilde yapmak için uğraşmaya devam ederken; ‘gül’, ‘bülbül’ ve ‘eden bulur’ sözlerini düşünmeden kendini alamaz.
Yine bir gün düşünceli fakat dikkatli bir şekilde sarayın bahçesinde temizlik yaptığı sırada aynı yılan ortaya çıkar ve bahçıvana saldırır. Bahçıvan yılanın bu saldırısı karşısında kendini koruma refleksiyle yılanın kafasına elindeki çapasını vurur ve yılanı öldürür.
Bülbül, gül, yılan, eden bulur ve olayın akışı karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen bahçıvan tekrar sultanın yanına çıkar.
‘Sultanım! Bahçede size en iyi şekilde hizmet edebilmek ve devletin şanına yakışır bir şekilde sarayın bahçesini temiz tutabilmek gayesi ile çalıştığım bir sırada, bülbülü yutan yılan gelip bana saldırdı. Ben de ani bir hareketle korkumdan yılanın kafasına vurdum ve öldürdüm,’ der.
Sultan ise aynı sakinlik içerisinde:
‘Olsun. Olan olmuş. Yapacak bir şey yok. Sen görevine devam et. Eden bulur,’ der.
Tekrar görevinin başına dönen bahçıvan, bir süre daha işlerine devam eder. Fakat günlerden bir gün, bahçıvan büyük bir hata yapar. Mahkemelik olur. Mahkeme bahçıvanın idamına karar verir. İdam sultan tarafından da onanır. Bahçıvanın infaz günü gelir ve idam sehpasında son sözü sorulur.
Akıllı, feraset sahibi ve devlet terbiyesi içerisinde yetişmiş olan bahçıvan, ‘Sultanıma ve yüce devletime uzun yıllar hizmet ettim. Elimden geldiğince görevimi en iyi şekilde yapmak için uğraştım. Son olarak sultanımdan ve onun şahsında milletimden helallik almak istiyorum,’ der.
Bunun üzerine sultana haber verirler. Sultan uzun yıllar devlete hizmeti dokunan ihtiyar bahçıvanın son isteğini kırmaz ve bu isteği yerine getirir.
İdam sehpasındaki akıllı ve bir o kadar vakur bahçıvan, sultanını karşısında görünce ilkin heyecanlanır ancak kısa sürede kendisini toparlar ve ‘Sultanım! Zât-ı alinizce malum bülbül gülü yedi, yılan bülbülü yuttu, yılanın akıbeti benim elimden oldu, benim idamımı ise siz onayladınız.’ der.
Bu söz karşısında çok zor durumda kalan sultan ne yapacağını şaşırır. Bir tarafta idam sehpasındaki yıllardır hizmetini gördüğü bahçıvanı, bir tarafta adaletin ince çizgisi, başka bir tarafta ise affetmenin yüceliği…
Tüm bunları adaletin hassas çizgisinde tartan sultan, şahsına işlenmiş bir suç olarak gördüğü bahçıvanın suçunu affeder. Böylelikle, ammenin menfaatlerini göz önünde bulundurarak affetmenin yüceliği karşısında halkın takdirini toplar. Tabii bu şekilde kendi başına gelebilecek bir musibeti de engellemiş olur.”
3 yorum
Eden bulur. Güzel bir hikâye olmuş.
Sayın hocam, gördüğüm kadarıyla ‘Atatürk ve inkilap tarihi bölümü’ öğretim üyesisiniz. Ancak bugüne kadar devamlı olarak, çağlar içinde bilimde ve sanatta geri kalarak, tarih sahnesinden silinmiş olan Osmanlı’dan büyük bir övgüyle bahsediyorsunuz. Bir kere de, onun küllerinden doğmuş olan, güzel ülkemiz Türkiye, Atatürk ve devrimleriyle ilgili bir yazı yazsanız diyorum. Saygılarımla.
Hocam bu konunun Osmanlı ile ne alakası var.