Seviyorum deme ile dağlar mı deldi sandın?
İç ortamla dış ortam kimyasal ve sinirsel çöpçatanlarla bir araya getirilmeye çalışılıyordu. Her şey bir uyarı vermek, sonrasında da “istenen” reaksiyonları almak içindi. Beyaz ve gri rengi kendine daha çok yakıştırmış atası mengi olan “ye de 5’li lob lob et olsun” kumanda merkezi uyarı, iletim, korelasyon ve reaksiyon sırasını asla şaşırmadan/şaşırtmadan devreye sokmalıydı. “Sana değil, çevreye güvenmiyorum” paranoyalı sinyalleri alıp, iç ve dış ortam değişikliklerine uyum gösterilmesini sağlaması gerekiyordu. İşi zordu, ama güçlüydü; çünkü komuta ondaydı. Tek olma gücünün verdiği cesaretle
– Merkez de (sapla samanı pardon kabuğu ayırmadan) benimdir!
– Çevre de (sinir kabloları) benimdir!
dedi.
Yöresel “nöriyon” bağlantıları- sen deyiver bir milyon, ben diyeyim 20 milyar adet- duyulara, organlara süratli ve koordine laf yetiştirmek zorundaydılar. Merkezin her şeyden haberi vardı. “Ben tek, siz hepiniz” komutuyla (d)emir tavında, dilber çağında bilinciyle işler aksamazdı. Bazı temel tepkilerden oluşagelen refleks pasları “tek tek basaraktan, bade süzerekten, inci dizerekten, gel canım gel amman” kabulüyle yukarıdan aşağı indiren “hepiniz” ailesinden onurlu omurga ilgili organın nazını niyazını çekip cevaplıyordu. Merkez emir kipli yöresel nöriyon değersiz gang-güçlü lion ile birleşmiş halde, taşıyıcı aksın gitsin komutu verilmiş emir erlerinden çoklu soruya/soruna “elbette sen bilirsin” dip soslu tek cevabı almak zorunda bıraktırıyordu. “Tamamen duygusal” algılatmaların tıkanık homeolu sistemi çalıştırdığı inancını pompalayan tek mental yönetim, tebasını yani kas/ıslak zemin bezleri/ana arterler/istemem yan cebime koy kestirme yan yollar-kısaca Allah ne verdiyse entegrasyonuyla-bütünlemeye tabi tutuyordu.
İdeal olan neydi? Evvel emirde alınmış çekip çevirmelerle problem ve olaylar çözülmeli; öğrenme faaliyeti ve hafıza olgusu sağlanmalı; acıkma, susama, uyku, uyanıklık faaliyetleri düzenlenmeliydi. Düzenlenmeli düzenlenmesine de; sıcak basmalarının, basınç yükselmelerinin, salgım geldi anonsluların zamanlamasının oratorya yönetimi çok sesli akapella korosuna tahammülsüz tek oğlu tek menginin kararına bağlıydı. Çevreyi “reseptörin gidin” bıkkınlığına terk etmiş mekano, kemo, termo, foto ve nosiseptörler “bana dokunmayan bin yıl yaşasın” deme refahına sahip olamadan uyarı üstüne uyarı gönderme yorgunluğuyla, 7/24 “şikayet var” mercisinde “her deliğe elini sokma, ya yılan çıkar ya çıyan” alt yazı uyarısıyla çalışmaktaydılar. Zira istenmeyene kapalı, istenilene ise hem açık hem hızlı bu kol sentırın medusadan rol çalmış kolları oldukça uzundu. İleti dediler mi paralı parasız sempatik çevreyolundan akan sinirler durmazdı. Sonsuz kere geçtiler bu yollardan; geçerken kumanda merkezinin “tekim öyleyse hep varım” sözlerinin ardından içlerini çeke çeke yollarına gül kokulu sözlerin de dökülmesini istediler:
– Varsam gerçeğim.
– Gerçeksem bilinçliyim.
– Bilinçliysem bilgiliyim.
– Bilgiliysem medeniyim.
– Medeniysem adaletliyim.
Çekme için derin derin, Her dikeni gül mü sandın?
2 yorum
Bu sabah okuduğum ikinci yazı, mahmurluğum geçti gitti. Teşekkürler, elinize sağlık.
teşekkürler hocam; Bu ayın konusunu Mümin Sarıkaya’nın “aşk mı sandın” türküsünü her gün bıkmadan, arabada yüksek sesle söylerken yazmaya karar vermiştim.