Eğitim hastaneleri tıp fakültelerine entegre edilmeli Otuz yıldır üniversitede çalışıyorum. Yirmi beş yıldır ders anlatıyorum.
1750 sayılı üniversite yasasıyla asistanlığa başladım.
2547 sayılı yasayla devam ediyorum.
Onlarca hocam oldu.
Binlerce öğrencim oldu.
Türkiye’nin en büyük üniversitelerinden birinde görevleyim.
“Üniversite nasıl olmalıdır?” içerikli bir çok yazı yazdım. Konu ile ilgili bir çok makale okudum; tartışmaya katıldım; tartışma izledim.
Sözünü ettiğim 30 yıllık süre içerisinde “Üniversitede eğitim sorununun nedeni nedir?” sorusunun cevabını “öğrenci fazlalığıdır” şeklinde duydum.
Genel olarak hocalarımdan, öğrencilerimden aldığım geri bildirimin ağırlıklı olarak sınıfların kalabalık, öğrencilerin fazla olduğu ortak noktasında düğümlenmiş olduğunu gördüm.
Ama itiraf etmeliyim ki bu görüşlere hiçbir zaman katılmadım.
Tıp fakülteleri açısından durumu değerlendirirsek:
Alınan öğrenci sayısı fazla; doğru,
Sınıfların kalabalık olduğu doğru.
Ama bu doğrular şekilsel olarak doğrudur.
Yöntembilime göre yanlıştır.
Bilim üretmek aslında yöntem üretmekle sağlanır.
Üniversitede bilim vizyonu, yöntem misyonu içermelidir.
Üniversitede bilim esas ise, yöntem usul olmalıdır.
Üniversitede bilgi teorik ise, yöntem pratik olmalıdır.
Üniversitede söylem teorik ise, eylem pratik olmalıdır.
Üniversitelerde sorun pratik ise çözüm yöntembilim olmalıdır.
Ancak… yöntembilim üretmek ve yaşama geçirmek üniversite bağlamında idarî, malî ve bilimsel özerklik ile mümkündür.
Bunun için de 2547 sayılı YÖK yasası felsefesiyle birlikte değişmek durumundadır.
Yani sorun öğrenci çokluğu, sınıfların kalabalık oluşu değil, sorun metodoloji sorunudur.
Sorun yöntembilimin üretilmesi sorunudur.
Biz yine de bir çözüm yolu gösterelim.
Ancak bir şartımız var; o da YÖK yasasının değiştirilmesidir.
Tıp fakültelerinde fazla olan öğrencilerin öğretim üyesine oranlanarak dağılımını gerçekleştirmek bir çözüm yoludur.
Bunun için eğitim hastanelerinde bulunan mekân ve imkânları kullanmak gündeme alınmalıdır.. Eğitim hastaneleri tıp fakültelerine entegre edilerek, yeterli olduğuna inandığım doçent ve profesör meslektaşlarımızın doktor yetiştirme sürecine sokulması sınıf, öğrenci ve öğretim üyesi dağılımının dengelenmesini gerçekleştirilebilir.
Yıllardır israf derecesine varan mekan ve insan unsurunun sağlanamaması bu yöntemle düzelebilir.
Doçent ve profesör aşamasına gelmiş bir bilim insanının doktor yetiştirme sürecinin dışında tutulması ancak tek boyutlu düşünen bir yaklaşımın eseri olabilir.
Bu konuya devam edeceğiz.