İlk ve ortaöğretim kurumlarında yeni öğretim yılı 20 Eylül 2010’da açıldı ve okul çağındaki yaklaşık 16 milyon çocuğumuz eğitime başladı. Bu sayı orta büyüklükteki bir ülkenin toplam nüfusuna denk geliyor ve geleceğimiz için umut verici. Ancak, bir de okul çağında olduğu halde okula gidemeyenler, okuma yazma bile öğrenemeyenler var. Bunlar, çoğu Güneydoğu Anadolu Bölgemizde olmak üzere ülkenin her tarafında, sayıları yüz binlerle ifade edilebilecek olan kız çocukları.
Bu çocuklarımızın en temel insan haklarından biri olan eğitim hakkından nasıl ve niçin mahrum edildikleri, bunda ailelerinin ve devletin sorumluluğunun ne olduğu başka yazıların konusudur. Ben bu yazımda, bugünkü kız çocuklarının, yani 10-15 yıl sonra dünyaya gelecek çocukların annelerinin eğitimsiz bırakılmasının çocuk sağlığı üzerine olan etkilerinden bahsedeceğim. Gelişmiş bölgelerimizde çalışan meslektaşlarımızın çoğu gibi, ben de Şanlıurfa’da göreve başladığım zamana kadar çocuk bakımında, hastalıkların önlenmesinde ve tedavi aşamasında ilkokul mezunu bir anne ile (lise ve üniversite mezunu annelerle kıyaslamıyorum) okuma yazma bilmeyen bir anne arasında bu kadar büyük bir fark olabileceğini hayal bile edemezdim. Bu farkı, yaşayarak gördüğüm durumlardan örnekler vererek izah edeyim.
Genel toplum içindeki oranları ne kadardır tam bilmiyorum, fakat başta bizim hastanemiz ve ildeki çocuk hastanesi olmak üzere, çocuk yataklarının büyük kısmını hiç eğitimsiz annelerin çocukları dolduruyor. Artık gelişmiş yörelerimizde pek görülmeyen protein enerji malnütrisyonu (PEM) ve beslenme eksikliğine bağlı diğer bozukluklar ya da aspirasyon pnömonisi gibi yanlış beslenme tekniklerine bağlı hastalıklar nedeniyle hastanede yatan çocukların hemen hepsi eğitimsiz annelerin çocukları. İşin daha kötü tarafı da, çocukları hastanede yatarken hekim ve hemşirelerimizin bu annelere vermeye çalıştığı çocuk beslenmesine, hastalıklardan korumaya ve evde uygulanacak tedavilere yönelik eğitim çalışmaları da müthiş bir dirençle karşılaşıyor, tüm gayretleri sanki büyük bir kayaya tosluyor gibi sonuçsuz kalıyor. Yani, çocuk iken eğitim almaya alışmamış insanı belli bir yaştan sonra eğitmekte zorlanıyorsunuz.
Kronik hastalığı olan çocuklarda ise ayrı bir sıkıntı yaşıyoruz. Örneğin; Tip 1 Diabetes mellitus tanısı konmuş bir çocukta hastalık kontrol altına alınıp, tedavi planlandıktan sonra, ilkokul düzeyinde bile olsa eğitimli ailelere çocuklarına evde uygulanacak tedavi, beslenme şekli ve diğer dikkat edilecek hususlar birkaç günde öğretilip, çocuk taburcu edilebilirken; özellikle annesi eğitimsiz olan çocuklar sırf diyet ve evde tedaviye yönelik eğitimleri tamamlansın diye haftalarca hastanede kalabiliyorlar, önemli bir kısmı da taburcu olduktan birkaç gün veya hafta sonra tedaviye uyumsuzluk nedeniyle diyabetik keto-asidoz tablosunda yeniden acil servise getiriliyorlar.
Bir hekim olarak bir çocuğa lösemi teşhisi konulduğunda her zaman üzüntü duyuyorum, fakat çocuğun ailesi, özellikle de annesi eğitimsiz ise üzüntü ve endişem daha fazla oluyor. Lösemi hastalarında tedavi süresince yeterli beslenme ve enfeksiyonlardan korunma hayati öneme sahipken; eğitimsiz anneler, aldığı kemoterapiler nedeniyle iştahı kesilen, ağzında yaralar çıkan ve enfeksiyonlara yatkınlığı olan bu çocukları besleme ve koruma konusunda çok yetersiz kalıyorlar, hatta kendileri enfeksiyon kaynağı olabiliyorlar. Evde uygulanması gereken tedavileri genellikle zamanında ve uygun şekilde veremiyorlar. Bu çocuklar hastanede daha uzun süre kalıyor, yüksek kalorili mama gibi özel besinlere ve parenteral beslenmeye ihtiyaçları daha fazla oluyor, sık sık ortaya çıkan enfeksiyonlar nedeniyle kemoterapilerine ara veriliyor, ikili-üçlü antibiyotikler ve granülosit uyarıcı faktörler kullanılmak zorunda kalınıyor. Bu durumlar tedavi başarısını ve çocukların yaşam şansını ciddi şekilde azaltmanın yanında; hastanelerin iş yükünü artırıyor, tedavi ekibinin umudunu kırıyor, tedavi maliyetlerini de ikiye, üçe katlıyor.
Bazen bu tabloya bakarak, bu kadınların, bazılarının kendi babalarının da içinde bulunduğu toprak sahiplerine ödenmek üzere “pamuk destekleme primi”, “tarım desteği” gibi isimler altında bölgeye milyonlarca TL para akıtırken, kendi eğitimleri için aynı gayreti göstermeyen devletlerinden “kendi eğitimleri için harcanmayan paranın onlarca katını çocuklarının tedavisi ve bakımı için kullandırıp, sağlık harcamalarını artırarak” intikam aldıklarını düşünüyorum:
Bu sorunu çözmek için bazı güzel çalışmalar da yok değil. Bölgeye yıllarca değişik isimler altında, bazı toprak sahiplerinin daha zengin olması dışında bir faydası olmayan milyonlarca TL para akıtan, bedava elektrik kullandıran, Yeşil Kart veren devletin son yıllarda bölge insanı için yaptığı belki de en iyi işlerden biri de kız çocuklarını okula gönderen ailelere teşvik için bir miktar para desteğinde bulunmasıdır. Fakat bu miktar aynı kızın tarlada çalıştığında kazandığından daha düşük olduğu için kızların hepsini okula göndermekte yeterli olmamaktadır.
Sonuçta sağlık için ayrılan bütçe de, eğitim bütçesi de aynı kaynaktan sağlandığına göre, yöneticilerimizi 10-15 yıl sonrasının çocuklarına daha sağlıklı bir hayat sunmak ve sağlık harcamalarını azaltabilmek için bugünün kız çocuklarının temel insan haklarından biri olan, en azından yasalarımıza göre de zorunlu olan ilköğretim haklarını güvence altına almaya, onların eğitimini babalarının keyiflerine bırakmamaya çağırıyorum.
Yani, Cem Yılmaz’ın o muzip haliyle söylediği gibi “Eğitim Şart”.