Üniversitelerde çok sorun olduğu herkes tarafından açık olarak bilinmekte. Belki sorunların neler olduğu konusunda birbirimizden biraz ayrılabiliriz. Yapılmış değişik çalışmalar var. Bunlardan birinde okuduğunu anlamayan insanların bulunduğu ülkeler sıralanmıştı ve birisi de yazık ki Türkiye idi. Elbette yazıyı kullanmadan anlaşan toplumlar olmuştur dünya yüzünde ilkel çağlarda. Yazısı olmayan diller de olmuştur. “Okuryazar olmak neden gerekli?” sorusunu sorabilir ve birçok önerme ortaya koyabiliriz. Okuryazar olmayı bulunduğumuz çağda eğitimin vazgeçilmez başlangıç noktası olarak kabul ediyor olmalıyız. Elbette okuryazar olmak veya okuma yazma bilmek eğitimli olmak için yeterli değildir.
Eğitimle ilgili ne çok eksiklik olduğunu değişik zamanlarda hepimiz gözlemliyoruz. Meslek açısından da eğitim, yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Artık okul bitince mesleki eğitim bitmiyor. Nasıl ki eğitim yaşam boyu sürüyorsa meslek açısından da öyle olması gerekiyor. Eğitimin niceliği kadar niteliğinin de çok önemli olduğunu biliyoruz. Şüphesiz eğitimde niceliksel bir düzelme söz konusudur, ancak nitelik anlamında büyük kaygılar taşıyorum. Hâlâ analitik düşünme konusunda sorunları olan bir üniversite sistemimiz var ve aslında evrensel değerlere ulaşmamız yavaş. Bilimsel üretimde hâlâ çok gerilerdeyiz. Bu toprağın insanlarının en büyük derdinin, yetersiz eğitim olduğunu düşünüyorum. Bunu kanıtlayacak çok veri var. Neyse ki bu topraklardan uzaklara gidip büyük başarılar gösteren insanlar da var.
Bu başarılı isimlerden birisi Can İnce, TÜBİTAK bursunu kazanarak İngiltere’ye gider ve elektrik elektronik mühendisliği eğitimi alır. Ancak en büyük ilgi alanı insan organizmasıdır ve yoluna bir fizyolog olarak devam eder. Can İnce, dünyaca ünlü ve muhteşem buluşlara imza atmış bir bilim insanıdır. Mikrosirkülasyonda dünyanın en iyi ismi olduğunu söylemek abartı olmaz. Bir mühendis hekimlere tıp öğretebilmektedir, hem de en iyi şekilde. Liberal bakış açıları insanların önündeki engelleri kaldırmak ve onların üretimlerini desteklemek için çaba göstermektedir. Bir diğer bilim insanı ise Brüksel’de 31. ISICEM’de çalışması en iyi poster seçilen Ata Murat Kaynar’dır. Posterde adını gördüğümde çok gurur duydum gerçekten. Dr. Kaynar ise ABD’de Pittsburgh Üniversitesinde akademisyendir ve yükselen yıldızdır. Tıp fakültesini Türkiye’de bitirmiştir ve sonrasında ABD’ye gitmiştir. Her iki bilim insanı ile de çok gururlandım. İyi ki varsınız ve başarılarınız daim olsun diyorum. Brüksel dönüşümde yol arkadaşım da çok ilginçti. Serdar Kılıç, Belçika’da yaşayan üçüncü kuşak bir Türk’tü ve üniversitede hukuk dersleri veriyordu ve parlamenterdi. Yolculuğumuz boyunca paylaştığımız sohbetten çok keyif aldığımı söylemeliyim. Genç milletvekilinin dünya görüşü ve düşüncelerini sergileyiş biçimi beni çok etkiledi.
Üç muhteşem insan, hepsi de bizim coğrafyadan, buraların insanları. Ama artık başkalaşmışlar, daha verimli düşüncelere ve üretken eylemlere yönelmişler. Hepsi ile ayrı ayrı gurur duydum ve etkilendim. Artık bizim de üniversiteler başta olmak üzere, eğitimdeki hatalarımızı gözden geçirip düzeltme zamanımız geldi de geçiyor bile. Bu başarı öyküleri ile yazımı bitirsem hoş olurdu, ama gerçeklik böyle değil. Sağlık Bakanlığı değişik hekim gruplarına alınması zorunlu eğitim programları düzenliyor. Onlardan birinde ben de eğitimci olarak görev alıyorum. Yazık ki gittiğim eğitimlerden birinde genç hekimlerin durumu beni dehşete düşürdü. Ne yapmalıyız, nasıl yapmalıyız, diye sormaktan kendimi alamadım.
Üniversitelerin bir ülkenin gelişiminde en önemli rollerden birini oynadığına şüphe yok. Üniversitelerin ve öğretim üyelerinin gelişimi için gereken her şeyin yapılması ülkenin geleceği için önemli değil midir? Eğitim düzeylerinin özellikle tıpta gittikçe düştüğünün farkında mısınız? Bugünlük de bu kadar yazı yeter, haydi eğitime…Saygılarımla.