Bir önceki yazımda, Türkiye’de öğretmen yetiştirme sisteminden kaynaklı sorunlara dikkat çekmek için birkaç cümle karalamış, önerilerimi sıralamış, yazının sonunda da sistem yaklaşımına dikkat çekmeye çalışmıştım. Akademik Akıl, Temmuz 2021 konusunu ‘Nasıl Bir Eğitim Sistemi?’ olarak belirleyince, eğitimde sistem yaklaşımının neden gerekli olduğuna dair düşüncelerimi ifade etmek için bir fırsat yakalamış oldum.
Genel olarak ‘sistem’ sözcüğünü, ‘belirlenmiş bir amacı gerçekleştirmek üzere bir birimi oluşturan eksiksiz ve kusursuz parça veya parçacıkların birbirleri ile uyumlu ve etkileşimli bir şekilde oluşturduğu bütün’ olarak betimleyebiliriz. Ancak şunu da hatırlatmak gerekir ki, bir sistem, aslında daha büyük bir sistemin parçası da olabilir. Sözgelimi, eğitim sisteminin içinden çıkmış bir mühendis grubu, bir cep telefonu tasarlayabilir; bu tasarım üretim sistemi içinde ticari bir ürün olarak ortaya çıkabilir; ortaya çıkan bu ürün, ihracat sistemi içinde satılabilir; vergi sistemi ile toplanan kapital, eğitim sistemine aktarılabilir. Görüldüğü üzere sistem, parça veya parçacıklardan oluşmakta; her bir parçanın kendine özgü işlevleri bulunmakta; bu parçacıklar birbirileri ile etkileşim kurmakta ve toplamda bir amaca hizmet etmektedir. Olumsuz bir pencereden bakılacak olursa, örnek olarak verilen sistemde bir halkanın eksik olması, aslında diğer tüm sistemlerin veya sistem parçacıklarının varlığını anlamsız kılmaktadır. Ki yaşadığımız trajedi de tam olarak budur. Böylece genel anlamı ile sağlıklı sistemler oluşturamamamız bir güç ve enerji kaybına neden olmakta, üstüne bir de sistemin tutarlılık düzeyi sorgulanabilir hale gelmektedir.
Eğitim sistemi denildiğinde ülkemizdeki en temel ve büyük hata, sistemin oluşturulması ve beslenmesi için bilimsel veri yerine siyaseten veya bürokratik kaynaklı sağduyu düşüncesinin politika üretir halde olmasıdır. Oysa ülkemizde 100’e yakın Eğitim Fakültesinde araştırma yapan binlerce akademisyen, her yıl on binlerce bilimsel çalışma yapmakta ve yayımlamaktadır. Öyle ki bu çalışmaların belli bir oranda küresel ölçekte yayın yapan prestijli dergilerde yayımlandığını da unutmamak gerekir. Bu değerli çalışmalarda elde edilen sonuçların; sistemi oluşturmak, kurgulamak ve beslemek üzere kullanılmaması için hiçbir neden bulunmamaktadır. Merak edilen tam olarak şudur: Milli Eğitim Bakanlığının bir birim kurarak tüm bu çalışmaları gözden geçirmek, sonuçlarını analiz etmek ve önerileri sistematik bir yaklaşım içinde sisteme angaje etmekten başka çıkar yolu nedir?
Eğitim sisteminin ayrıca yukarıdaki örnek sistem etkileşimi üzerinden yola çıkarak diğer sistem alanlarından bağımsız olmadığı da ayrıca hesaba katılmalıdır. Bir diğer ifade ile eğitim alanı, açık sistem kurulması üzerine odaklanmalı, diğer sistem alanları ile etkileşim içerinde olacak şekilde tasarlanmalıdır. Sözgelimi ara eleman ihtiyacının karşılanamadığı sektörlere yönelik insan yetiştirilmeksizin milyonlarca öğrencinin merkezi sınavlar sonunda bir anda sokakta kalmasının açıklanabilir bir nedeni olamaz. Oysa sağlıklı bir eğitim sistemi, gençlerin mutlu bir şekilde geleceklerini şekillendirmek adına büyük önem taşımaktadır. Bu, toplumun huzuru için de kaçınılmaz olarak atılması gereken bir adımdır. Özet olarak, insan gücünden kaynaklı enerjinin de böylece doğru zamanda ve doğru yere kanalize edilmesi, eğitim sistemin doğru yapılandırılması ile yakından ilişkilidir.
Anlatılanlar ışığında bazı adımların atılması gereklidir. Bu adımların ilki, ülke sosyal ve ekonomik gerçeklerini dikkate alarak, bilimsel metodoloji yolu ile ihtiyaç analizleri yapmaktır. Ki bu bağlamda bilimsel çalışmaların içeriklerini barındıran geniş bir alan yazın zaten bulunmaktadır. Bu analizler, eğitimde ulaşmak istediğimiz hedef ve amaçların somut bir şekilde ortaya çıkmasına aracılık edecektir. İkinci olarak, uygulama aşamasında ise her bir parçacığın bir yandan gözlenerek aksayan yönlerin değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. Böylece değerlendirme sürecinin tasarım üzerinde doğru ve mantıklı etkilere açık olması da bu yolla mümkün olabilecektir. Unutulmaması gereken, analizden değerlendirmeye doğru yürüyen sürecin bir döngü ile sonsuz şekilde devam ediyor olmasının gerekliliğidir.
Öğretimden mali konulara, program tasarımından istihdama, ders kitabı geliştirmekten öğretmen atamaya kadar onlarla parçacığı bir araya getirmek, sistem kurmak değildir. Sistem kurmak, tüm bu parçacıkların ahenkli bir şekilde bir amaca hizmet edebilir duruma getirebilmektir. Dikenli, zahmetli ve uzun bir yolumuz var. En küçük bir müfredat değişikliğinin etkilerinin bile yıllar sonra görülebileceğini hesaba katarsak, işimizin zor olduğunu söylemek mümkün. Diğer yandan insan kaynağımızın büyük bir başarı hikayesi yazmaması için de neden bulunmamaktadır.
Çok seneler önce bir Twitter iletisinde ‘Eğitim sistemimizde ne eksik?’ diye soran bir kullanıcıya, bir lise öğrencisinin verdiği cevap, hala beynimde bir çizik olarak durmaktadır: ‘1. Eğitim, 2. Sistem.’ Öyle ya! Eğitim yoksa sistem, sistem yoksa eğitim nasıl olabilir ki?