Sağlık ekonomisi bakış açısına göre değişik manzaralar gösterir. Uzaktan veya yakından, içeriden veya dışarıdan bakılmasına göre manzara değişir. Vatandaş ise, nasıl olduğuna ve maliyetine bakmadan hizmetin en iyisini talep eder. En kalitelisinin yapılmasını herkes ister, ancak hiç kimse en yüksek maliyeti ödemek istemez veya ödeyemez. Sonuçta bir sağlık hizmeti sunulmakta ve karşılığında bir maliyet oluşmaktadır. Acaba sunulan hizmet ve oluşan maliyet dengeli midir?
Sağlık hizmetlerinin sürdürülebilir olması için “kalite ve verimlilik“ unsurları temel belirleyicilerdir. Birbirine zıt yönlerde hareket eden bu iki parametrenin kesiştiği nokta sunulan hizmetin ücretini belirler. Kesişme noktası “kalite” aleyhine ise, hizmetlerin kalitesizliği ile sonuçlanır ki, bu durum sağlık hizmetleri için kabul edilemez. Eğer “verimlilik” aleyhine bir kesişme noktası belirlenirse, maliyetlerin ülkemizin bütçe imkanlarını aşması nedeniyle sürdürülemez. Bu sebeplerden dolayı sağlık hizmetlerinde kalite ile verimliliğin en iyi kesişme noktasının bulunması “sürdürülebilirlik” için çok önemlidir.
Kamu kaynaklı sağlık hizmetlerinde kalite-verimlilik eğrisinin kesişme noktası kendiliğinden oluşmaktadır. Ne yazık ki kesişme noktası verimlilik aleyhine olan bir alanda hareket etmektedir. Bunun en önemli sebebi ise uygulamada maliyet analizi yapıldığına dair herhangi bir işaret olmayışıdır. Bir seyyar satıcının bile yapmak zorunda olduğu maliyet hesabı ne yazık ki sağlık hizmetlerinde pratik olarak mevcut değildir.
Ülkemizdeki sağlık harcamalarının % 76.4 ü kamu kaynaklarından karşılanmaktadır. Cari sağlık harcamalarının % 54.8 i hastaneler aracılığı ile yapılmaktadır. Mevcut 1.555 hastanenin % 63.1 i ve yatak kapasitesinin ise % 78.9 u kamuya aittir.Sağlık hizmetlerinin ekonomik karşılığına makro düzeyde bakıldığında, göstergeler olumludur. Kamu cari sağlık harcamalarının sürekli artışına rağmen milli gelirimiz içindeki oranı % 3,5 civarında seyretmektedir. Bunun en önemli sebeplerinden birisi milli gelirimizin iyi performans göstermesidir. Düşük fiyatlı ülkelerin değerleri baz alınarak ilaç bedellerinin belirlenmesi de önemli bir etkendir. Benzer şekilde sağlık bakanlığı hastaneleri depolarının birbiri ile malzeme alış verişi yapabiliyor olması da gereksiz stok maliyetlerini engellemektedir.
Makro düzeydeki göstergeler olumlu olsa bile sahadaki tablo farklıdır. Üniversite hastanelerinin borçları en az dört defa maliye bakanlığı tarafından ödenmek zorunda kalınmıştır. Halen çok sayıda üniversite hastanesi borçlarını ödeyemez durumdadır.
Aslında sağlık bakanlığı hastaneleri de benzer konumdadır, ancak gider esaslı bütçe uygulaması yapıldığından, zarar boyutu görünür değildir. Bakanlık tarafından hastanelere tahsis edilen aylık bütçe, hastane cirosundan daha yüksektir. Sonuç olarak hastanelerin cirosu sembolik kalmakta ve giderlerin toplamı bütçeyi belirlemektedir. Hastane bütçeleri kurumların ekonomik performansları dikkate alınmadan ortak bir havuzdan yapılmaktadır. Hastanelere ihtiyacını karşılayacak kadar bir miktar tahsis edilmektedir. Ekonomik durumu iyi olan ile olmayan hastaneler ayırt edilmediği için performansı yüksek olan hastanelerin motivasyonu bozulmaktadır. Bu uygulama, zamanla ekonomik hassasiyetin kaybolmasına sebep olmaktadır. Günün sonunda, gider esaslı bütçe uygulaması, giderlerin artışı ile sonuçlanmaktadır.
Üniversite hastanelerinin global bütçelerinin belirlenmesinde ise esas olarak ilgili hastanenin cirosu dikkate alınmaktadır. Global bütçeden daha fazla pay almak isteyen hastaneler cirolarını artırmak için “maliyetine bakmaksızın” gereksiz laboratuvar istemlerini teşvik etmekte, fatura bedelinden daha yüksek maliyetli olsa bile ciro artıracak işlemlere yönelebilmektedir.
Halen uygulanmakta olan döner sermaye ek ödemelerinin puan esaslı olması da hastanelere ilave maliyet getirmektedir. Hangi işlemin puanı yüksek ise, hekimlerin tercihi o alana yönelmektedir. Bunun doğal sonucu olarak da maliyetine bakılmaksızın işlem tercihleri olabilmektedir. Sonuçta kamu kaynağı kullanan hastanelerimize, maliyet unsuru dikkate alınmadan tahsis edilen kaynaklar veya borçlarının ödenmesi, tasarruf yerine daha fazla harcamayı teşvik etmektedir. Ülkemizin bütçesi bu durumu telafi edecek güçte olsa bile bu durum “sürdürülebilir” değildir