Daha önce bu köşede, bu minval üzere, birkaç makale yazarak, konuya temas etmiş ve parmak basmış olmama rağmen, ilgililerce, çok daha mühim meselelerle meşguliyetleri sebebi ile olsa gerek, çözümleyici ve tatmin edici adım atılamaması, kayda değer bir ilerleme gösterilememesi ve umutsuzluğumu daha da körüklemesi sebebi ile bu hususta, bilgiye ulaşımın akıl almaz bir hıza ulaştığı bu zamanda, yazı yazmaktan hicap duyuyorum.
Bu kadar başıbozukluk, haddini bilmezlik, pervasızlık, lakaytlık, densizlik, utanmazlık, yüzsüzlük ve kendini bilmezlik, tıbbi bilimsel veriler bir tarafa, makul, akli ve mantıki izahtan bile yoksundur. Kerametleri ve hocalıkları kendilerinden menkul, unvanlı unvansız bir güruh, yanlarına yardakçılarını ve şakşakçılarını da oturtup, rezaletin bütün sınırlarını zorlarcasına, ahlaki mi, etik mi, hukuki mi, helal mi, haram mı demeden, “Kazanayım da, nasıl olursa olsun.” düşüncesindeki medya patronlarına parayı bastırıp ekranlardan ahkâm kesmekte, reklamlarını yapmakta ve akıllarınca hastaları tedavi ettiklerini yayıla kaykıla, insanların hassas noktalarını tespit ederek, mürai bir suratla anlatmaktadırlar.
Şirket-i Hayriye vapurlarındaki tarak satanları hatırlatırcasına, çanak, çömlek, çarık, tencere, tava, elma, armut, şerbet satar gibi, bangır bangır reklamlarla, anlı-şanlı hocalar(!), profesörler(!), Efsane Filozof Sakallı Celal’in “Bu kadar cehalet, ancak tahsil ile mümkündür.” serlevha mahiyetindeki sözünün, bir kere daha ne kadar isabetli ve hakiki bir ifade olduğunu ispat edercesine, anadan doğma-sonradan olma, ateşli-ateşsiz, döküntülü-döküntüsüz, ağrılı-ağrısız, akıntılı-akıntısız, kilolu-kilosuz, iyi huylu-kötü huylu her türlü hastalığı tedavi ettikleri iddiası ile ilaçlarını(!), kendilerince (Şark kurnazı) destek mahiyetindeki ürünlerini(!), müşterinin arzusuna göre, kapı teslimi de dâhil olmak üzere pazarlamaktadırlar.
İçlerinde tıp doktoru olduklarını da iddia edenler, bazı meslektaşlarımızın da katkı ve destekleri ile(!), hekimlerimize uygulanan, “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” (…günümüzde ölümdür…) kaidesinin sırrına çok erken vakıf oldukları için, kutsal mesleğimizden sırra kadem basarak paçayı kurtarmış ve bu süfli yolu tercih etmiş olabilirler. Lakin “Kel başa şimşir tarak!” düsturunca, çok da haksız sayılmamalıdırlar!
Daha önce bu köşeden çağrıda bulunmuştum. Tekrar ediyorum. Her türlü hastalığı tedavi ettiğini beyan edenler! Lütfen, varsa bilimsel olduğunu iddia ettiğiniz verilerinizi, modern tıbbi literatür ışığında, uluslararası arenada yayınlayınız. Dünyadaki bütün hekimler duysun, okusun, öğrensin, uygulasın ve insanlığa faydalı olsun! Milletimizin dini duygularını istismar etmeyiniz. İslami sözleri kullanarak, halkımızı kandırmayınız.
Allah, aklı ve ilmi, her şeyin üstünde tutmuştur. İlimde taassup yoktur ve bilgi insanlığın ortak mirasıdır. İki lafınızın birinde(!) ismini zikrettiğiniz Allah, bilginin ve tecrübenin paylaşılmamasını, gizlenmesini yasaklamıştır. Bilimin tartışılacağı mekân, televizyon ekranları değil, üniversiteler, bilimsel dergiler, ciddi mesleki konferanslar ve kongrelerdir. Şeytanın bile aklına gelmeyen yöntemlerle icra-i sanat(!), bu dünyayı bilmem ama, öteki dünyanızı cehenneme çevirir.
Konunun ehemmiyetine binaen, Sağlık Bakanlığı, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, üniversiteler, RTÜK, Cumhuriyet savcıları ve emniyet birimlerinin konu ile yeterince ilgileneceklerine inanmak isteyerek, mutat olduğu üzere, yeni bir rubaimizle bir başka âleme yelken açalım.
SECDE YÜKLÜ ŞAFAK
Sunduğum kadehimde iz bıraktı dudağın.
Şiiri var, ne mutlu, yürüdüğün sokağın!
Hala, ziyası, nuru ruhuma süzülüyor,
Seninle uyandığım, secde yüklü şafağın.