Bir gün, Maçka’da oturduğumuz evin üst katındaki komşumuz Fırıncı Salih Amca’nın Hanımı Gülfem Teyze, telaşlı ve heyecanlı bir sesle beni bahçeye çağırdı. Bana, tavuklarından birinin iğne yuttuğunu ve bu iğneyi tavuğun kursağından-midesinden çıkartıp çıkartamayacağımı sordu. O an bende, nispeten sönmeye yüz tutmuş o kan görme arzusu yine depreşti ve alevlendi. Görevi hemen memnuniyetle ve gururla kabul ettim. Zira, kendimi tatmin yanında, hayırlı bir iş de yapmış olacaktım. Tecrübe(!) sahibi olduğumdan bir jilet temin edip, Gülfem Teyze’nin asistanlığında, tavuğun kursağını dikine bir şekilde keserek açtım ve iğneyi çıkardım. Aynı iğne ve yorgan ipliğini kullanarak, yarayı kontinyu tarzda dikerek kapadım. Tavuk iyileşti. Gülfem Teyze, hediye olarak bana dört yumurta verdi. Çok mutlu oldum, ilk rüşvetimi(!) almış oluyordum böylece. Artık bu işi kendime meslek edinmeliydim. Gülfem Teyze’nin tavuğu ile aramızda bir dostluk başlamıştı ve yumurtalarından benim payım da sürekli veriliyordu. Hoşuma da gitmeye başlamıştı bu iş. Zaman zaman kendi kendime, ufak tefek işler de çıkartıyordum! Neticede, kan görmeye alışmış, üstüne üstlük, bende kan görmeden yapamama hastalığı başlamış, kronik ve tedavisi imkânsız bir hal almıştı.
Zaman su gibi akıp gidiyordu. Hayvanları kesmek artık beni tatmin etmiyor, insanları kesmek arzusu, ateşi ile buram buram yanıyordum. Bu hastalığın(!) bana pahalıya mal olmaması(!), başımı belaya sokmaması ve bu işi meşru yoldan yapmak için yetkili makamlardan bir belge, bir kesme yetki beratı(!) alabilmek için çok uğraştım, çok çalıştım. Yoksa hapishanelerde çürüyecektim!
Nihayet, yurt içi ve yurt dışı yoğun çalışmalar ve gayretler sonucu, kimseden korkmadan elimi kana bulayabilecek, kan görme hevesimi her zaman legal yoldan(!) giderebilecek resmi yetki belgelerini elde etmiş oldum. Hatta bunun karşılığında para da veriyorlardı. Oh ne âlâ… Gel keyfim gel… Ama ben yine de, elimi kana bularken, mağdurların(!) menfaati için yüzlerce sıçan, kedi, köpek, kobay ve tavşan kestim, kabiliyetimi arttırdım. Daha sonraki yıllarda, ilk asistanım(!) Gülfem Teyze’ye şükran borcumu ödemek için(!) onun bir torununu da yanıma asistan olarak aldım, yetiştirdim ve profesör yaptım(!).
Yıllar yılları kovaladı, bir de baktım ki, ne göreyim, merdiven altmışlara dayanmaz mı? Hay Allah! Yorgunluk nedir bilmiyordum. Ama eski tadı tuzu yoktu bu işin artık. Birileri huzurumuzu kaçırmıştı, aba altından sopa gösterenler çoğalıyordu. Bu işi yapan bütün meslektaşlarımla birlikte, topluma düşman belletiliyorduk. Çekemiyorlardı bizi.
Bir gün tepem attı, bir dilekçe yazarak affımı istedim yetkili mercilerden. Baktım onlar dünden razı, sanki yıllardır benim bu dilekçemi bekliyorlarmış gibi, bir çay içene kadar işlerimi halledip, “Hadi hayırlı olsun, güle güle, yolun açık olsun.” demezler mi! Hem şaşırdım hem derin bir nefes aldım. O gece hiç uyuyamadım, kan gölünde boğuştum durdum. Kan, kâbus olmuş, beni kan-ter içerisinde bırakmıştı.
Ertesi gün, mütekait olarak tayyareye atladığım gibi, ver elini özgürlük… Özgürlük, mözgürlük ama, kan bu… İnsanı tutar da, çeker de.. Bir iki ay geçti geçmedi, kanı özler, hasretini çeker oldum. Bir gün aniden, kan krizine, kan nöbetine, statusuna girdim(!). Eşimin ve çocuklarımın teselli gayretleri kâfi gelmedi. Bir an önce elimi kana bulamalıydım(!). Allah yardım etti, acilen birisi bulundu, yalvar yakar razı edildi bu iş için. Hemen birkaç saat içerisinde, tekrar kan görmeyi ve elimi kana bulamayı başardım da rahat ettim(!), nöbetten çıktım(!).
İşte seyrini anlattığım gibi, beş yaşında duçar olmuştum bu hastalığa. O gün bu gündür, kan görmeden duramıyorum, elimi kana bulamak istiyorum(!).
Söyle doktor, var mı bunun çaresi?
Yeni bir rubaimizi paylaşarak bitirelim.
YÜREK YANDI
Bir kış günü bir gönül horlandı, azarlandı.
Hatırı yokmuş gibi, ezildi hırpalandı.
Ne meşakkatli aşkmış! İbret-i âlem için,
Kış yandı, Güneş yandı, Buz yandı, Yürek yandı.