İçinde yaşadığımız post modern durumda Bacon’ın “Bilgi bir güçtür” önermesi, geçerliliğini koruyor görünmektedir. Aslında her dönemde varlığını koruyan bilgi-iktidar ilişkileri dışında bilginin farklı formlarda ürettiği iktidarlar, açık ve örtük biçimde toplumsal hayatın güzergahlarını belirlemektedir. Bilgi, farklı bileşenleriyle çoklu tartışmaları gerektiren yoğun içerikli bir kavramdır aslında. Biz burada sadece, bilginin öznesi olmak bağlamında aydın, alim ve entelektüel portreleri ile bilginin çeşitleri üzerinde kısa bir analiz yapmayı deneyeceğiz.
Temel problemimiz, kültür endüstrisinin yükselişi ile birlikte popüler kültürün ve bilginin yükselişi yanında, özellikle Müslüman toplumlarda popüler bilginin yayılması ve eşzamanlı olarak bilimsel ve akademik bilginin zayıflatılarak Müslüman toplumların gelişmesinde etkinlik düzeyinin düşüşüdür. Bu, bir yandan üniversitelerin giderek “entelektüel” hüviyetten ziyade bürokratik bir hüviyete evrilmesinde, diğer yandan akademi ve akademi dışı çevrelerde “fanatik aydın”lık diyebileceğimiz bir tavrın yaygınlaşıyor olmasında izlenebilir. Tam da bu sebeple bu yazının vurgusu, toplumdan siyasete tüm sahici sorunlarımızı farklı bilimsel disiplinlerin içerisinde sabırla ve sonuna kadar tartışmak üzerine olacaktır. Dolayısıyla “bilimsel”, “felsefi” ve “akademik aklı”n katkılarını sonuna kadar takip etmek bugün bilim adamlarımızı bekleyen önemli bir sorumluluktur.
Aslında bir adım öncesinde âlim, entelektüel, aydın vb. kavramların içerikleri ve Müslüman toplumlardaki karşılığının tartışılması gerekir. Ancak konumuz bu olmadığından, sadece şu hatırlatmaları yaparak geçelim. Âlim, müslüman toplumlarda prototip bir figürdür. Sadece bilgiyi işlemek değil de pratiklerle de yol gösterici olması beklenen âlim, seküler bir kimlikle tebellür etmez. Fakat modern zamanlarda hem islami ilimleri (?) bilmek, hem de dünyayı okuma konusundaki yeteneklerini kaybettiğinden âlim figürü zayıflamıştır. Bu sebeple entelektüel ve aydın kavramları üzerinden konuşuyorum.
Entelektüellik, herhangi bir dogmatik düşünceye takılıp kalmadan, akli sorgulamalarla gerçeğe ve doğruya ulaşma konusunda sonuna kadar cehd gösteren bir figürdür. Entelektüel ve aydınlar kimlerdir diye bir soru sorduğumuzda, büyük oranda üniversite hocaları ile bilim insanlarını bu kategori içinde sayabiliriz. Gerek akademi içi gerekse akademi dışı entelektüellerden beklenen, belirli bir yöntemle ve sabırlı, uzun araştırmalarla gerçeğe ulaşmaya çalışma ve ona saygılı olmadır. Fakat yukarıda da belirttiğimiz üzere, bir ideolojinin, dini yorumun gerçeğin üzerini kapatacak düzeyde savunusunu yapmak, artık fanatik bir aydın olma kategorisine geçişi sağlamaktadır.
Burada konuyu daha iyi açımlamak adına iki önemli örnek üzerinden gitmek istiyorum. Birincisi; Jürgen Habermas benim tanıdığım önemli entelektüellerden birisidir. Almanya gibi güçlü bir ülkenin vatandaşı olan Habermas, neredeyse hayatının tamamını birlikte yaşama sorununa adamıştır. Yazdıkları temel sahici sorunlardan hareket eder ve süreç içerisinde fikirlerini değiştirmek gerektiğinde bunları düzeltmekten gocunmaz. Almanya gibi yabancı göçmenlerin çok olduğu bir ülkede, “güç” üzerinden birlikte yaşam düşüncesini kurmaz. Çok daha temel antropolojik ve felsefi temellere iner. Bu anlamda Habermas, fanatik bir aydın ya da bir düşüncenin militanı değil, sorunlarını bilimsel temelde tartışan bir entelektüeldir.
İkinci örnek, çok da uzak olmayan bir geçmişte “kahvaltı” üzerine tıpçıların tartışmasıydı. Bir tıp doktoru “Kahvaltı zararlıdır” diye görüş belirtti ve ardından “Kesinlikle yasaklanmalıdır” diye ekledi. Türkiye’de bir başka tıp doktoru onu eleştirerek “Hayır, kahvaltı faydalıdır” şeklinde düşüncesini ifade etti. Bu iki farklı görüşü bilim içerisinde farklı ictihadlar olarak okuyabiliriz. Nihayetinde bilim, ucu açık bir faaliyet olarak bir yerde dondurulup dogmatikleştirilemez. Fakat ilk görüşün “Kesinlikle yasaklanmalıdır” ifadesi, bilimi dogmatikliğe sürükleyen ve daha ileri giderek bir baskı aracı kılabilecek söylem hüviyetindedir. Çünkü görüşler belirtildikten sonra, bunların uygulaması insanların ikna olduğu görüşü seçerek hayatına geçirmesiyle gerçekleşecektir. Nihayetinde bilim, kendisini bir teolojik kesinlik gibi sunamaz. Üstelik de hiç kimse, kendi görüşünün nihai bir hakikat olduğunu iddia edemez.
Bilimsel bilgi, bilme biçimlerinden birisidir. Türkiye şayet geleceğe doğru ciddi bir atılım yapacaksa, bunun öncelikli yolu sorunlarını ciddiyetle tespit ederek bunlar üzerine farklı disiplinlerde akademi içi ve dışındaki düşünsel dinamikleri harekete geçirmektir. Entelektüeller ise, belki hayatını birkaç konuyu halletmeye yönelik sabırla ve ciddiyetle çalışmakla mesuldürler. Bu bağlamda üniversitelere yeniden bir dinamik kazandırılması aciliyet arz etmektedir. Entelektüellikten fanatik aydınlık ve popülizme doğru kayış, negatif sinyaller olarak algılanmalıdır.
Popülizmin, popüler bilginin ayartıcı kolaycılığının yaygınlaştığı bir zaman diliminde, akademiler (=üniversiteler) başta olmak üzere “fanatik aydın”lık ve kolaycılıktan mesafe alarak tartışmalar eşliğinde bilim üretme zorunluluğumuz, bugün iyiden iyiye kendisini hissettirmiştir. Bu, Türkiye’nin ve dünyanın sahici sorunlarını uzun soluklu bilimsel bakış açısıyla, özgürce tartışarak ve hakikati herkes ve her şeyden daha çok severek mümkün olacaktır. Entelektüellerin fanatik sofistler olduğu bir dünyada, unutulmamalıdır ki, retorik her zaman hakikatin önüne geçecektir.