Hiç seyretme fırsatınız oldu mu bilemiyorum, ama izlemediyseniz çok şey kaçırdığınızı söylemeden geçemeyeceğim. Orijinal adı ile ER, Emergency Room; bu diziyi herhangi bir televizyon dizisi gibi görmemek lazım. Şimdiye kadar aldığı çok sayıdaki Emmy ödülü de bunun bir göstergesi. Ama daha önemlisi, bu dizi ABD gibi bir ülkede sağlık sistemini sorgulayan, yasal uygulamaları anlatan, tıbbi etik tartışmaları gündeme getiren, tıptaki bilimsel gelişmeleri bazen sıradan bazen sıra dışı olgu örnekleri ile tartışan, hatta bir uzmanlık alanının popülaritesini yükselten ve hekimler ile toplumu kaynaştıran bir dizi. Gün geliyor bir hastanın tedaviyi veya inançları yüzünden kan transfüzyonunu reddetmesi, gün geliyor ev içi şiddet, komplikasyonlar, malpraktis, acil servislerin yoğunluğu, triajda bekleyen hasta, çoklu travma, alanda triaj, taşıyıcı annenin etik sorunları, hasta yakını tarafından saldırıya uğrayan hekim, ilaç bağımlısı hekim, konsültasyon ve asistan eğitimi gibi konular işleniyor. Acil tıbbın önemli kitaplarından birisi, editörü Dr. Tintinalli olan kitap kaynak gösteriliyor, bazen de Annals of Emergency Medicine’de yayınlanan bir makale tartışılıyor. Dramatize edilen olgular ya da durumlar olabiliyor, ancak vurgulanan olayların hiçbirisinin, bizde de yaşanmadığını söylemek doğru olmayacaktır.
Ülkemizde de “Doktorlar” adlı bir dizi var, ama 5. sınıf acil tıp stajını yapan öğrencilerimiz “asistoliyi defibrile ettiler” dedikten sonra, seyretmek nasip olmadı. Üstüne üstlük bu bölüm sonrası, TATD olarak gönüllü danışman olma konusundaki teklifimiz de kabul görmedi. Yaşadığımız daha olumsuz durum, ulusal medyanın sağlık haberciliğine bakışı. Son günlerde yine gazetelerde sağlık ile ilgili çok sayıda haber var. Güçlü medya, haber niteliği taşıdığını düşündüğü sansasyonel olayları, kendisinin ve okuyucunun ilgisini çekecek içerikle yayınlamayı tercih ediyor. Yayınlanan bu olayların hemen hepsinin soruşturulduğundan eminim. Bu olaylarda yanlış, hatalı olan uygulamalar olmadığını veya yapılan davranışların tümü ile doğru olduğunu söyleyemem, ancak madalyonun diğer yüzünü de görmek lazım. Soruşturmaların sonuçlarını medyadan duymasak da, birkaçını hatırlamakta ve başka bir pencereden bakmakta yarar var.
Örneğin; acil servis önünde sedye üzerinde yatan hasta görüntüsü, hastaneye yatış endikasyonunu belirleyebiliyor. Hasta yakınları gelir gelmez Uğur Dündar’ı hastaneye çağırmakla hekimi tehdit ediyor. Acil serviste hekimlere saldırı haberi, aslında çalışanları sonraki olaylardan korumuyor. Bilakis hasta ve yakınlarının davranışlarını daha olumsuz yönde etkiliyor. Ancak hiç kimse çıkıp, neden bu ülkede bir yılda 50 milyondan fazla insanın acil servislerde bakım almak zorunda olduğunu sorgulamıyor.
Geç kaldı diye ambulans personeline saldırılıyor. Ancak bu ülkede, 112 Acil Yardım ambulansları personeli tarafından yılda bir milyondan fazla kişiye müdahale edilip naklinin gerçekleştiği, hatta olguya ulaşma süresinin birçok gelişmiş ülkenin ortalamasının altında olduğu vurgulanmıyor. Kapısı açılıp sedyenin düşüş görüntüleri dakikalarca tekrarlanıyor, ülkenin en saygın haber kanallarından birisi haberin sonunda “İşte ülkemizde insan sağlığına gösterilen önem bu kadar” diye haberi sonlandırıyor. Sonrası açık… Her giden ambulans geç kalmış oluyor.
Yeşil kartlı hasta protez takılması için özel hastaneye sevk ediliyor. Para istendi diye haber oluyor. Ama sevk eden “numune” hastanesinde neden bu işlem yapılamıyor diye kimse sormuyor.
Sağlık hizmetlerinin daha iyi olmasını istiyorsak, çoğu kez münferit olan olumsuzlukları topluma yansıtmak yerine, yapılan olumlu işleri sunmak, olgular üzerinden haber yerine genel bakış açısı ile sorunların üstüne gitmek çözüm sağlayacaktır. Ya da işini sanat olarak görüp, namusu üzerine ant içerek başlanan saygın mesleğin, onuru kalmayacaktır.