Filozoflar, içinde bulunduğumuz yüzyılı tarihin en etik olmayan yüzyılı olarak betimlemektedirler. Dünyayı yöneten küçük bir azınlığın büyük çıkarları ve kazanımları için, tekbiçim insan(cık)lar oluşturulmuş ve bu insan(cık)lar da yine bir takım küçük işler sonucunda elde edilen madde(cik) ve para(cık)lar dışında hiçbir erdemli düşünce ve yaşayış sistemi ile mutlu, başarılı ve gereği kadar zengin olamayacakları yalanlarına inandırılmışlardır.
Bugün ülkemizde süregelen olayların ve tehlikelerin varlığı ile bunların farkında dahi olunmayışı da tamamen bu basit çıkar hesabına dayalı yaşantı sisteminin bir sonucudur. Ülkemizde ne yazık ki insana ve canlıya değer vererek çalışmanın ve sonucunda mutluluğa ulaşmanın olanaklı olamayacağı düşüncesi hakim duruma getirilmiştir. Bu düşünce sistemine göre başarılı ve mutlu olabilmek için entrika çevirmek, kuvvet kullanmak, kanunların açıklarını kollamak gerekir; insanı birincil hedefe koyup, ona gönülden yapılan bilime uygun hizmetlerin esas mutluluğu, başarıyı ve sonrasında ek sonuç olarak zenginliği getireceği düşüncesi olanak dahilinde değildir. Sistemin bu ilkel düşünüşü, erdemli düşünce ile çalışanları kıskançlık ve haset duyguları içinde sözde yıldırıcı sözler söyleyerek, gerektiğinde tehdit ederek veya çeşitli basit ayak oyunları ile susturmak ister. Bunun yanı sıra, bu sistem içerisindeki insanlar kendi başarısızlıklarını açıklayacak türlü bahaneler uydurarak vicdanlarını da rahatlatmak isterler. Dünyanın ve hatta evrenin gelişme biçimi de kim bilir belki de bu “kötülük” ve “iyilik” arasındaki savaşım sonucuna göre şekillenmektedir.
Sözünü ettiğim ilkel zihniyetin sonuçları ülkemizde bugün eğitim ve sağlık sektörlerini çökertmiştir. Yüce Atatürk’ün varsıl düşünce sistemleri öncelikle millet ve ulus sevgisine dayanmakta idi. Büyük başarılar bilgi ve bu sevgi ile elde edilmişlerdir. Kurtuluş Savaşı sonrasında öğretmenlerimiz, bugün gülünç karşılanan “erdemli ve sevgi merkezli düşünce” doğrultusunda, Anadolu’nun en ücra köşelerine eğitim vermeye koşmuşlardır. Ama öylesine hazindir ki bugün birçok insanımız yüce Atatürk’ün başarılarını önemsizmiş gibi göstermeye başlamış, liberal yönetimlerin ve uluslar arası sermayenin baskıları yüce kurtarıcımızın resimlerini asılı bulundukları yerlerden indirtmeyi akıllarına koymuştur.
Günümüzde bugün doğrular eğri, eğriler doğru olarak algılanmaya başlanmıştır. Bilimden değil, sahte bilimcilikten, hurafelerden ve alternatif düşünce sistemlerinden medet umulmaya, bunları kullanarak yer edinmeye çabalanmaktadır. Ülkemizde cahil, görgüsüz, erdemsiz ve idealsiz insanların gölgeleri büyümeye başlamıştır. Yani güneş batmaktadır artık. Küçük insanların bilgiden yoksun, emeğe dayanmayan, gerçekleri yansıtmayan ve gelişigüzel yürüttükleri, hep kendilerinin çıkarlarını ön planda tuttukları ve sadece “ben” kavramı ile ilgili ilkesiz düşünceleri ve beceremedikleri işleri bilginin kuvveti ile yapanları hasetle anmaları bugün toplumda iltifat görür duruma gelmiştir. Bu iltifatın nedeni aynı şekilde düşünen bu tekbiçim insanların çıkar çakışmaları ve bu yüzden kurdukları sempatik ilişkilerdir.
Ülkemizde kaba ve çirkin düşünceler her geçen gün büyümekte ise de bugün ülkemizin birçok yerinde, insanı ve daha geniş kavramla canlıyı değer bilen, onun için çalışmaktan mutluluk duyan ve gereğinde bu hedef doğrultusunda bir araya gelmeyi bilen, boş övünçler, saçma fikirler ve bilim dışı düşüncelerle zaman yitirmek yerine “gerçeklik”le uğraşan büyük bir kesim bulunmaktadır. Sözünü ettiğim değer bilir bu kesim, “gerçeklik”le öylesine meşguldür ki belki de cahil kralın taç giydirilmiş eşek olduğunu söylemeye vakti yoktur. Ancak böyle olunca, kötü niyetli kitleler tarafından “gerçeklik” kolayca saptırılmakta, meydan kendi dilini dahi yanlış konuşan ve yazan cahillere, çıkarcılara, dalkavuklara, çığırtkanlara ve hainlere kalmaktadır. Böyle olunca da değer bilir insanların “gerçeklik”le uğraşmalarının da önü kesilmekte ve büyük tehlikeler hızla yaklaşmaktadır.
Ülkemizin bu yanlış gidişi mutlaka ve kesinlikle değiştirilmelidir. Çalışkan, zeki, görgülü, insan ve canlı düşüncesine değer veren çoğunluk, zamanının bir bölümünü “doğru”nun gerçekleştirilebilmesi için ayırmalı ve bir araya gelerek gereğini yapmalıdır.