Geçen haftaki yazımda aslında bu konuyu işleyecektim, fakat nereye baksanız genetik göreceğiniz için o konuyla ilgili bir soruna değindim. Bu hafta da eşcinselliğe zaman bulabildim.
Konunun uzmanı olmadığım ve daha fazlasını da bilmediğim için eşcinselliğin sadece genetiği ile ilgili 17 Kasım 2014 tarihinde “Newscientist” dergisinde duyurulan “Eşcinsellik geninin keşfedilmesinin iyi ve kötü etkileri (Gay gene discovery has good and bad implications)”konulu araştırma hakkındaki görüşlerimi aktarmakla yetineceğim. Zira Antik Çağ’dan belki de canlıların yaradılışı ile başlayan eşcinsellik, eski Roma’da ve İslamiyet öncesi Araplarda oldukça yaygın olarak yaşanmıştır. Osmanlı’da da keza azınsanamayacak düzeyde olduğu ve Tanzimat ile birlikte bazı düzenlemeler getirildiği de bilinen bir gerçektir. Yani o toplum bu toplum meselesi değildir, tüm dünyada eşcinsellik şu ya da bu şekilde yaşanmıştır ve yaşanmaya da devam etmektedir. Hatta giderek sayıları artan bir şekilde ülkelerin eşcinsel evliliklere yasal izinler verdikleri de günümüz gerçeklerinden biridir.
“Eşcinsellik” ya da “homoseksüalite” terimleri kadın veya erkek ayrımı yapmadan karşı cinsle ilişkiyi anlatan ifadeler olsa da, eşcinsel ilişki, genel olarak erkekler arasındaki ilişkiyi anlatmaktadır ya da artık öyle bir anlam yüklenmiştir. Kadınlar arasındaki eşcinsel ilişkiye ise “lezbiyen” adı verilmektedir. Nitekim yukarıda sözünü ettiğimiz araştırmada da homoseksüalite denirken erkekler arasındaki eşcinsel ilişki vurgulanmıştır.
Sözü edilen bu geniş çaplı araştırmadan önce 1993 yılında X kromozomunun uzun kolu üzerindeki (Xq28) bir bölge ve daha sonra da 2005 yılında 8 numaralı kromozomun orta kısmına yakın bir bölge (8q12) homoseksüaliteden sorumlu kromozom bölgeleri olarak tanımlanmıştır. A. R. Sanders ve arkadaşları tarafından yapılan ve “Psychological Medicine”adlı dergide yayımlanan(Psychological Medicine, DOI: 10.1017/S0033291714002451) bağlantı analizine dayalı çalışmada ise (Genome-wide scan demonstrates significant linkage for male sexual orientation), beş yıllık süre içerisinde tek yumurta ikizleri de dâhil olmak üzere 409 gay kardeşten kan ve tükürük örneği toplanmış ve bunlardan elde edilen DNA örnekleri üzerinde SNP analizleri yapılmıştır. Buradaki SNP çalışmaları, tekli nükleotid polimorfizmi (single nucleotide polymorphisms) anlamına gelmektedir ve genetik koddaki tek bir harfin araştırma toplumundaki farklılıklarını ortaya koyarak sonuç çıkarmayı hedeflemektedir. İncelenen 918 gay erkek bireyde sürekli olarak aynı DNA belirteçleri paylaşılmıştır. Bunun sonucunda da gerek dünya gerekse Türk medyasında “Gay genleri bulundu” şeklinde duyurulmuş ve üzerine yorumlar yapılmıştır.
Bu ve bundan önceki bulgularla homoseksüaliteye, en azından bazı insanlarda “yatkınlık” genlerinin bulunduğu hemen hemen kanıtlanmış durumdadır. Yani, daha önceden söylendiği gibi eşcinsellik, kişinin sadece bir cinsel tercih işi değildir ve “tercihin” bir de kalıtsal temeli vardır. Homoseksüalitenin kalıtsal temelinin ortaya çıkarılmış olması tartışmaların sonunu getireceğe benzememektedir. Zira bir taraftan gay evliliklerine izin veren ülkeler bulunurken, diğer taraftan da Uganda gibi bazı ülkelerle bazı dini gruplar bunu suç olarak nitelemektedir.
“Eşcinsellik velev ki genetik kökenlidir.” diyenler homoseksüalite eğilimi ya da tercihinin çok faktörlü bir olgu olduğunu da bilerek ya da bilmeyerek vurgulamaktadırlar. Pek çok multifaktöriyel karakterler gibi, kalıtım da homoseksüalite olgusunda faktörlerden sadece bir tanesidir. Doğal olarak, gay genlerinin kesin olarak saptanmasından sonra, Down sendromlu olgularda olduğu gibi, gay geni taşıyan fetusun intrauterin dönemde elimine edilmesi gündeme gelecek midir?
Tüm bunlar, bugünkü gelişmiş bilimsel verilerin bir tanesine bakarak kalıtsal bir olgu hakkında karar vermenin çok güç olduğunu göstermektedir. Nitekim sonyapılan bir araştırmada, DNA zincirinin ilmeklenme formları pek çok kalıtsal düzensizliğin nedeni olarak görülmektedir.
Bu noktadayken bir konuyu daha gündeme getirmek istiyorum: Bilindiği gibi, bizde araştırmacılar bilimsel proje taslağını hazırlar ve ilgili yerlere müracaat ederler. Bundan sonra ya kabul ya da reddedilir. Tabii burada bir sürü entrika da döner ama neyse onu şimdilik bir kenara bırakalım! Oysa günümüzde, proje konusunu ilgili kurumlar belirliyor ve buna talip olanların arasından seçim yapıyor. Örneğin; “DNA loop formunun kolon kanserine etkisi” gibi.
Benimkisi bir hatırlatma!
Yeni bir konuda yeniden buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.