“Sağlıkta yüzde 50-70 indirim”, “Kalpten Kalbe, Tepeden Tırnağa Tarama” veya “Ücretsiz Check-up” gibi kampanyalar, gerek özel sağlık kuruluşlarınca ve gerekse, maalesef esasında tedavi edici hekimlik felsefesinden ziyade, koruyucu hekimlik ile ilgili faaliyetlerde bulunması gereken resmi kamu kurumlarınca düzenlenmekte ve “erken teşhis” amacıyla, (sözde) halkın sağlığı hususunda duyarlılıklarını serd etmektedirler(!).
Hastaların “müşteri” olduğunu hekimlere anlatmak ve kabul ettirmek gayreti içerisinde olan ve “haklı olarak” kâr etmeyi ana gaye edinen özel hastane patronlarından tutun da hastayı “tüketici” olarak niteleyen resmi mercilere varıncaya kadar birçok kurum ve kuruluş, çoğu zaman farkında olmadan birilerinin oyuncağı olmakta, kullanılmakta ve bazılarının değirmenine su taşımakla kalmamakta, yaptıkları önemsiz “iyilik”lerini(!) fahiş fiyata satmakta ve bazen de sağlıklı kişilerin “hasta” statüsüne sokularak, kurtarmak bir yana, hayatlarını karartmakta ve sömürülmelerine sebep olmaktadırlar. Bununla birlikte saf, temiz, idealist, dürüst ve namuslu hekim meslektaşlarımızı bile, çeşitli ayak oyunları ile bu kirli emellerine alet olmaya zorlayarak ahlaklarının bozulmasına sebebiyet vermektedirler.
Zira, Friedrich Nietzsche’nin “Hiç kimsenin bir şeyi sırf başka birisi için yapmadığını göreceksiniz. İnsanın bütün eylemleri kendisine yöneliktir, bütün hizmetleri kendine hizmettir, bütün sevgisi kendini sevmesindendir.” özdeyişi, “Biri size yardım elini uzatıyorsa, kaçıp canınızı kurtarın.”, “Karga mandayı babası hayrına bitlemez.”, “Senin çıkarlarını düşünen ender kişiler, kendi ender çıkarlarını düşünenlerdir.”, “Bedava peynir, ancak fare kapanında bulunur.”, “En güzel hareketlerimiz bile, eğer onları meydana getiren bütün sebepler herkesçe bilinmiş olsaydı, bize çok kere utanç verirdi.” ve “Hiç, çoban koyunu güder mi dağda/Olmasa gözleri süt, yoğurt, yağda?..” gibi ifadelere kulak verildiğinde, genelde bu gibi “tuzak” kampanyaların altında yatan esas gayeyi fark etmemek safdillik olur.
Mantar gibi her tarafa yayılan bazı özel sağlık kuruluşları ve hastaneleri, kazan-kazan felsefesindeki ticarethane ve fabrika gibi çalışmakta, en modern ve teknolojik cihazlarla hizmet verdiklerini(!) iddia etmelerine rağmen, hasta(!) sayısı git gide artmakta ve “sağlıklı insan” nerede ise mumla aranmaktadır. Sağlık harcamalarının da tepe yaptığı bu hususa ise hiç girmek niyetinde değilim.
Gerek konferanslarımda, makalelerimde ve gerekse televizyon programlarımda ifade ettiğim gibi, üç kuruşluk tahlili ücretsiz yapıp (bazen de üste para vererek!), arkasından yüksek meblağları bulan ileri tetkikleri yaptırmaya insanları zorlayan, kafalarda istifham yaratan, fizyolojik görüntü ve değerleri patolojik sınıfına sokup, “Bir deli bir kuyuya bir taş atar, kırk akıllı o taşı oradan çıkartamaz.” kuralı çerçevesinde, hastane hastane ve doktor doktor dolaştırarak sömürülmelerine sebep olan bu özel sağlık kuruluşlarının pazarı durumundaki “tuzak”lara dikkat etmek gerekir. Nitekim, ömür boyu sessiz ve zararsız kalabilecek bir araknoid kist, bir nodül veya bir görüntünün, insanların hayatlarını hiç yoktan kâbusa çevirmesi işten bile değildir.
Bir örnek olarak, rutin “ücretsiz” yapıldığı iddia edilen “bilinçsiz” mamografi taramalarından sonra, kimlerin neler kazandığını, dünya genelinde, meme kanserlerinde herhangi bir artışın olup olmadığını ve radyoterapi ve kemoterapi için gerekli harcamaları ise burada zikretmek istemiyorum(!).
Hadi yine, “Rubâilerin Ah’ı” isimli bir rubâimizle, tefekküre yelken açalım. (İsmail Hakkı AYDIN; NEFES, Erser Matbaası, 2010).
RUBÂİLERİN AH’I
Sağ yanımda dualar, sol yanımda kıyamet,
Kalbime inen nüzul, göğsüme bir emanet.
Rubailerin “Ah”ı, küllendirir güneşi,
Muhayyel sevdalarda, sarar beni esaret.