Elime kalemi her alışta nedense içimden "Nereden nereye geldik" demek geçiyor. Çünkü gün geçmiyor ki genetiğin yeni bir marifeti ortaya çıkmamış olsun. Şimdi de eş seçiminde genetik rapor dönemi başladı. Yani kim hangi genetik yapıdaki eşle evlenecek ya da kim hangi genetik yapıdaki kişiye aşık olacak! Eskiden insanlar eş seçiminde boyu boyuma uysun, saçı şöyle olsun, gözü böyle olsun gibi özellikleri az da olsa kriter olarak belirlerken ya da şu şu fiziksel özelliklere sahip olanlara aşık olurken (ki bunlara o zaman asortif evlilikler diyorduk), şimdi işin boyutu iyice genişledi ve evlenecek kişiler eşinin genetik olarak kendisine uygun olup olmadığını ortaya koyan "genetik rapor" alma gibi iyice uç hareketlere yönelmeye başladılar. İşin ilginç yanı; Türkiye’deki yeni yerleşim yerlerine hemen dolmuş hattının açılıvermesi gibi, eşlerin genetik uygunluğunu belirten rapor vermek için de pek çok ticari firmanın hemen işe başlamış olmasıdır.
Başımıza bir de bunu nereden çıkarıyorsunuz derseniz; California Üniversitesi’nden Neil Risch ve arkadaşları tarafından çok merkezli olarak yapılan ve 20 Kasım 2009 tarihinde Genome Biology adlı dergide yayınlanan (N. Risch et al. Ancestry-related assortative mating in Latino populations. Doi.:10.1186/gb-2009-10-11-r132), 104 atasal belirtecin (marker) kullanıldığı bir araştırma nedeniyle iş alevlenmiştir. Araştırmacılar 104 genetik belirteç sayesinde hangi kişinin hangi kökenden geldiğini rahatlıkla söyleyebilmektedirler: Yani Afrika, Avrupa, Meksika, Porto Riko, Yerli Amerikan kökenli. Evlenen eşler arasından rastgele seçilen çift üzerinde yapılan DNA incelemesi sonucunda Meksika kökenli kişilerin genellikle yerli Amerikan ve Avrupa kökenli atalara sahip kişileri daha çok tercih ettikleri ortaya konmuştur.
Fakat yukarıda belirtilen ve NewScientist dergisinde de haber olan ("Amor, I love your genetic ancestry. New Scientist, 28.11.2009, No.2736, p.19") genetik kökenine göre eş seçme modasının herkes tarafından kabul ediliverdiği de sanılmasın. Çoğu insan "klasik yöntem" olarak adlandırılan "aşık olma" ya da "frekans tutma" yolunu tercih edeceğini vurgulamaktadır. Kimileri de "genetik yapısı ne olursa olsun ben sevdiğim kişi ile evlenirim" diyerek evliliğin yalnızca biyolojik bir olgu olmadığını ve evlilik birliğinin kurulabilmesi için başka verilerin de uyumlu olması gerektiği belirterek kesin tavrını ortaya koymaktadır.
Aslında pek çok kalıtsal hastalığın elimine edilmesi açısından bu tür asortif "assortative", yani rastgele olmayan evlilikler genetik bilimi açısından tercih edilecek bir yöntemdir. Fakat evlilik sadece biyolojik boyutuna göre karar verilebilecek bir olgu olmadığı gibi, bu birlikteliğin sosyolojik, psikolojik ve hatta ekonomik boyutunun olduğunu ve olaya bu perspektiften bakmak gerekeceğini sanıyorum.
Bu arada biri olumlu biri olumsuz iki haberi de okuyucularımla paylaşmak istiyorum: Birincisi, Türkiye Tıbbi Genetik Derneği Başkanı da olan Sayın Prof. Dr. Munis Dündar’ın bir araştırmasının "sendrom" olarak kabul edildiğini öğrenmekten mutluyum. Kendisini ve diğer arkadaşları kutluyor ve başarılarının devamını diliyorum. İkincisi, hastanelerin tıbbi genetik hizmet alımlarındaki "şuyuu vukuundan beter" olan ve insanı çok üzen söylentiler. Eğer söylendiği gibi varsa, pek çok etik ve yasal olmayan uygulamalar açısından artık Sağlık Bakanlığının bu işe bir çekidüzen vermesinin zamanı geldi de geçiyor bile.
Yeni bir konuda buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.