Büyüklerimizin "Ona bir şey olmaz, o eski topraktır" deyişlerini yeni nesil, ancak deyimler sözlüğünden bakarak anlamlandırmaya çalışıyor. Doğrudur, çünkü günümüzde eski çamlar bardak ve eski topraklar müzede saklamalık oldu. Havamız, suyumuz, toprağımız ve yiyeceğimiz -hatta mikroplarımız bile- bozuldu. Bu negatif değişim ya da bozulma biyopsikososyal yıpranmayı ve yozlaşmayı arttırdı.
Biyolojik yıpranma dolayısıyla immün sistemde bozulma yaşlının direnç mekanizmasını etkileyerek özellikle kış enfeksiyonlarına kolayca neden olur. Kış enfeksiyonlarının başında gelen grip, aslında influenza virüsünün sebep olduğu bir üst solunum yolu enfeksiyonudur. Ancak bütün üst solunum yolu şikâyetleri aslında grip değildir. Biz genel olarak burun akıntısı, hapşırma, boğaz ağrısı, öksürük, ateş, baş ağrısı, kırıklık, kas ve eklemlerde ağrılar, halsizlik gibi şikâyetlerden birkaç tanesi veya hepsinin olduğu hastalıkları grip, soğuk algınlığı diye isimlendiriyoruz. Influenza virüsü, çok şekil değiştirebilen bir virüs olup, her sene değişik türleri ile karşı karşıya kalırız. Geçen kışlarda kuş gribi bu kış ise domuz gribi, yaşamımızı ve özellikle risk grubu olan yaşlı ve çocukları tehdit etmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), dünya genelinde H1N1 virüsü nedeniyle her geçen gün ölü sayısının arttığını duyururken, Türkiye’de ise Sağlık Bakanlığı bayram seyahatleriyle, domuz gribinin tüm illere yayıldığını açıkladı. Ülkede tam bir kara mizah yaşanıyor. Domuz gribi salgınında Devletin dayattığı aşının koruyuculuğuna güvenemeyen ve yan etkilerinden korkan insanlar; çözümü -bir araya gelmeden ama suya-sabuna dokunarak(!), sevgi kucaklaşmalarından ve buluşmalarından kaçınarak- izole yaşamakta buldu.
İnsanın biyolojik yıpranması ve dolayısıyla biyolojik yaşını; biyolojik değerlere matematiksel bir formül uygulayıp normalden sapmaları değerlendirerek belirleyebiliriz. İnsanın kan ve idrar biyokimyası, vücuttaki hormon, mineral, vitamin seviyesi, hafıza-dikkat-reaksiyon, kapasitesi, duyusal keskinliği normal değerlerde ya da kronolojik yaşa göre daha genç değerlerde ise -ki pek olası değildir- biyolojik yıpranmadan söz edilemez. Ancak bu değerlendirme bütüncü değildir. Kişinin psikolojik durumu (hayata pozitif bakışının) ve psikolojik yaşıyla (kendini kaç yaşında hissettiği) kronolojik yaş (takvim yaşı) arasındaki fark da değerlendirilmelidir.
Anti-aging felsefesinde ve sağlıklı olmada kişinin kendini iyi hissetmesi üzerinde durulur. Yaşına rağmen biyolojik ve estetik anlamda iyi görünmek ve kendini iyi hissetmek öncelikle kadınlar olmak üzere insanın her iki cinsi için önemlidir. Çağımız insanı bu nedenle bir yandan gerçek yaşını (kronolojik yaş) gizlemek bir yandan da daha genç ve daha güzel ya da yakışıklı görünme ve de yıpranmayı onarma adına sayısız çabalar göstermektedir. Yaşını, deneyimlerini, birikimlerini yüzündeki çizgileri ve saçındaki gümüş telleri ile göstermekten çekinen kişiler; biyolojik yıpranmayı onararak -bu arada ruhsal yıpranmayı göz ardı ederek- ifadesiz ve ruhsuz plastik bir var oluşu yeğlerler. Oysa; her şey yaşında yapılmalı, her şey mevsiminde yenilmeli ki yaşam dengeli ve sağlıklı olsun.
Eski toprak atalarımız gibi dayanıklı, sağlıklı değil, biyolojik, psikolojik ve sosyal anlamda geni değiştirilmiş bir yaşamı olan transgenetik ya da patogenetik nesilleriz. Günümüzde giderek nesli tükenen eski toprak büyükler; kuş ve çocuk sesleri ile cıvıldaşan bahçeli evlerini, soludukları temiz havayı, kokan gülleri, kendi elleri ile yetiştirdikleri ya da hazırladıkları mevsimlik gıdaları ve manevi değerleri torunlarına bir masal lezzetinde anlatmaktadırlar. Yeni nesiller ise kucak dolusu paralar harcayarak doğal yaşamı geri kazanmaya ve öğrenmeye çalışıyorlar.
Uzun lafın kısası; dünya ve Türkiye fotoğrafında, ortalıkta bilgi kirliliği dahil, her türlü kirlilik ve güvensizliği görüyoruz. Gençler, patolojik sanal alemde yaşarmış gibi yaparak var oluşa inkarcı bir yaklaşım sergilerken, yaşlılar, bizim zamanımızda, felsefesini yapmaktan vazgeçmişler ve eski toprak oluşlarında var olan değerlerin mutasyona uğradığını kabullenerek "Biz nerede yanlış yaptık ki bu hale geldik" muhasebesini sessizce yapmaktadırlar. Yaşamda doğallık bozulmuş; biyolojik, psikolojik ve sosyal gereksinimler suni, plastik, sanal, bir o kadar da patolojik karşılanır olmuştur. Temiz su, toprak ve havayı kavanozlarda çocuklarımıza göstereceğimiz günler pek uzak değil gibi