Bu yazımızda, “iyi” ve “kötü” kelimelerinin ne anlama geldiği veya bunun felsefi yönü üzerinde durmayacağız. Çünkü bu konular ilgili uzmanlarca yazılır.
Bizim sözünü ettiğimiz konu, tıp etiğinde genelde hekim-hasta ilişkilerinde “iyi” ve “kötü”nün yeridir. Bilindiği gibi hekim hastasına babacan, vicdanlı ve empatik davranırsa “iyi” olarak kabul edilir. Ancak bazen denileni yapmayan, verilen önerileri yerine getirmeyen hastalar da vardır. O zaman hekimin babaca ve biraz otoriter davranışı “kötü” olarak algılanır. Burada hekim, hastanın iyiliği için çabalamaktadır ve bunda da haklıdır.
“İyi” sıfatını günlük yaşantımızdaki değer yargıları içinde çok sık kullanırız. “İyi bir yemek, iyi bir araba, iyi bir müzik, iyi bir hırsız, iyi bir eylem, iyi bir insan” deriz. “Kötü” ise “kötülüğün kendisi, kötü niyet ve hoşa gitmeyen” gibi anlam bağlamları kurar. Örneğin; “kötü not” ahlaki bir yargı oluşturmazken, yalan söylemek kötüdür ve “kötü” burada ahlaki bir yargıyı ifade eder.
Etik, bu kavramların ağırlıklı olarak ahlaki niteliğiyle ilgilenir. Ahlak dışı düzende herhangi bir şey araç olarak işe yararsa “iyi”dir.
Araçsal anlamıyla iyi olarak tanımlanan her şey, iyi olma ölçütünü kendi içinde barındıran başka bir şeye uygun ve denk düştüğü için iyidir; dolayısıyla kendi başına “iyi” değildir. Bu anlamda Kant, “Grundlegung zur Metaphysik der Sitten” başlıklı yazısına şu cümleyle başlar:
“Dünyadaki, hatta dünyanın dışındaki hiçbir şeyi, iyinin sınırlarını koymadan yalnızca iyi niyet olarak düşünmek olanaksızdır…”
Ahlaki yargılar, iyi ve doğru olanı belirtip önermek yerine, sadece değer önermeleri biçiminde ortaya çıktıkları durumlarda da normatif yargılar olma özelliği taşırlar. Bu tür yargılar, değer taşıdığı iddia edilen eylem ya da olguları, açıkça ya da belli belirsiz gösterip talep eden veya aksi durumu yasaklayan yargılardır.
Etikte en yüce iyi, bir bütün olarak başarılmış, eksiksiz gerçekleştirilmiş, daha iyisi mümkün olmayan pratik demektir ki, bu da, insan olmanın en mükemmel halini gösterir. Burada hekim, hasta için iyi olan bütün olanakları kullanmakta ve onun yararı için çalışmaktadır.
Bir sosyal topluluğun üyesi olarak insanı özellikle insan kılan tavır ve tutum; onun birlikte olduğu diğer insanların söyledikleri ve yaptıklarının tümüne karşı kayıtsız kalmayıp aksine övgü ve yergi, hoşgörü ve hoşgörüsüzlük, onay ve ret türünden davranışlar göstermesi, kendisinin neyi iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış bulduğunu göstererek taraf olmasıdır.
İnsan pratiğinin temelini oluşturan özgürlük, herkesin kendi istediği gibi davranacağı kuralsız bir keyfilik anlamında özgürlük değildir. Ayrıca insan, hayvandan farklı olarak doğal yapısı gereği içgüdü ve dürtüleriyle özgürlüğü gereksiz kılacak biçimde mükemmel donatılmış da değildir. Ahlaki özgürlük anlamındaki özgürlük; insanın ihtiyaç ve dürtülere bağımlı, ama bütünüyle bunlarla belirlenmemiş bir duyu-varlığı olarak kendine kurallar koyması ve özgür olduğu için, bu özgürlüğün korunması için kendi koyduğu kurallara uyması demektir. Çünkü ancak bu özgürlük kurallarına kendini bağlı kıldığında kuralların bağlayıcılığı ve böylelikle de ahlâk oluşur. Bu bakımdan hasta, yapılan tedavi ve uygulamalarda hekimin önerilerini uygulaması gereken kişidir ve böylece bu konuda sonsuz özgürlük içinde olamaz.
Bu bağlamda hekim, tıbbı uygulayan ve sonuçta uygulamanın yararlarını ve risklerini bilen bir sağlık alanı çalışanıdır ve hastanın en yakın dostu ve arkadaşı, onun için daima iyi sonuçlar verebilecek uygulamaları yapan bir meslek mensubudur.