Bu başlığı yazarken yılların birikimleri de devamlı olarak aklıma geliyor. Çünkü yıllardır deontoloji ve son 20 yıldır da etik, tıp fakültelerinin ders programlarında var. Bu arada bu konuyla ilgili dernekler de var ve bu kuruluşlar da kongre ve sempozyumlar düzenliyor. Ancak bütün bu toplantılarda kendimiz söyleyip kendimiz dinliyoruz. Toplantılara katılanlar da yine bizim mesleğe yakın olan veya bizim meslekten olan kişiler.
Ne yapmalıyız da, özellikle öğrencilerin zihninde etik derslerinin kalabilmesini ve hastalara ileride hekim oldukları zaman vicdanlı ve empatik olarak davranmaları için anımsamalarını sağlamalıyız? Çünkü yıllar önce öğrencim olmuş ve bugün hekimlik yapan meslektaşlarımız sanki böyle bir dersi okumamış gibiler. Doğaldır ki bu durum bütün meslektaşlar için geçerli değil. Ama genelde Türkiye’deki hangi fakültede bu dersleri okursa okusun, böyleleri olabiliyor. Çünkü bu tip sosyal dersler ileriki yaşamında bir hekimin zihninde pek kalmıyor. Öyle ki hekimler bu dersi hangi hocadan aldıklarını bile bilmiyorlar. Hatta çok nadir de olsa böyle bir ders alıp almadıklarını da hatırlamıyorlar. Bu bakımdan tıp etiğinin eğitim programlarında mutlaka kalıcı ve eğitici bir şekilde yer almasını sağlamak gerekir. Bu ise şimdilik klasik bir öğretim özelliğinin dışına çıkamıyor.
Özellikle düzenlenen kongrelerde konularımızı birbirimize anlatıyoruz. Bazen öyle toplantılar oluyor ki, yalnızca bildiri sunanlar birbirlerini dinliyor. Aslında bunların hem tıp camiasına hem de tüm meslektaşlara açık ve güncel sorunları tartışır biçimde düzenlenmesi gerekir.
Doğaldır ki son 10 yıldır etik kurullarla ilgili birçok yeni ve iyi olabilecek kararlar alındı. Ayrıca hastaların şikâyetleri için de hastanelerde hasta hakları büroları var.Ancak bütün bunlar tıp öğrencisinin doktor olma yolunda etiği iyi benimsemesini sağlıyor mu? Bilindiği gibi insan doğası eğitimle yoğurulur ve ahlaki doneler ve ilkeler iyi yönde geliştirilmeye çalışılır. Bu bağlamda yüzyıllar boyu düşünürler devamlı olarak insan doğasından söz ettiler. Gökberk (Felsefe Tarihi, İstanbul 1996), doğal ahlak anlayışını savunan ve Glasgow Üniversitesinde ahlak profesörlüğü yapan Françis Hutcheson’un (1694-1747), insanda hem yalnız kendi iyiliğini gözeten egoist eğilimler hem de başkalarına iyilik yapmayı isteyen altruist (fedakâr) eğilimler bulunduğunu belirttiğini bildirir. Fedakâr eğilimler de (sevgi, acımak, dostluk vb.) egoist eğilimler kadar aslidirler ve az ya da çok her insanda bulunurlar. Bu tip eğilimlerin yanında insanın kendi sürekli mutluluğu ile yetkinliğine ve bütününün mutluluğuna yönelten daha yüksek eğilimler vardır. Aklın, bilginin ilerlemesi, bu yüksek eğilimlerin oluşup gelişmelerine yardım ederler. İstencimizi belirleyen akıl değil de duygudur. İnsanı eyleme götüren, bir istek, bir duygulanım veya bir içgüdüdür. Yalnız bilgi, insana yüksek bir amaç gösterebilir ve bu amaç duygumuzu da kavrayabilir, aklın (bilginin) yol gösterdiği eğilimler de sağlam ve durulmuş olurlar; taşkın duygular ise her türlü düşünmeyi olanaksızlaştırırlar. Bütün eylemlerimizin ve motiflerimizin üstünde de, yani bir eylemi, bir karakteri onayan ya da reddeden bu ahlaki yargılama yetisi vardır. Ahlak duygusu eylemlerimiz ile amaçlarının sıra düzenini belirtir. Mutluluk, erdemli olmaya bağlıdır. Zenginlik veya doğanın sağladığı nimetler, ancak birer araç olmak bakımından bir değer taşırlar. Yani burada, insanı başkalarına karşı fedakâr olmasını sağlayan duyguları geliştirmek ve bunları mantıkla birleştirmek de eğitimle olabilecektir.
Genelde kendimiz konuşup kendimiz dinliyoruz ama, mutlaka bir gün dinleyerek tıbbi ahlakın önemini kavrayacak daha fazla sayıda öğrenen ve bunu benimseyen kitleyi sağlamamız mümkün olacaktır. Yine de umutsuzluğa kapılmayalım.