Bilindiği gibi insanoğlu yüzyıllardır doğanın tanınmayan güçlerine karşı içinde daima bir korku duymuştur. Ancak, bugün doğayı kontrol edebilecek düzeye gelen insanın kötü hastalık korkusunu içinden atmak için birçok nedeni vardır. Bütün bunlar bilinmesine rağmen, insanlar, şüpheli bir sağlık durumunda hekime gitmeye yanaşmak istemezler. Çünkü kötü bir hastalığa maruz olabilecekleri endişesini taşırlar ve bu yüzden hekimden çekinirler.
Bu arada insanları hekime gitme konusunda üç gruba ayırabiliriz:
Herhangi bir kötü hastalık tanısı konacağı korkusuyla hekime gitmeyenler.
Böyleleri arasında tıbbi yardımı reddeden ve hatta kansere ilişkin belirti ve bulguları gizleyenler vardır.
Hekime gitme korkusu taşımadığı hâlde ihmal, zamanı olmama ya da parasal sorunlarla gitmeyenler.
Bunların hekimden kaçmak gibi bir sorunları yoktur.
Hekime kötü bir hastalığa yakalanabilecekleri korkusuyla sık sık başvuranlar.
Bu grup insanlar, vücut işlevlerindeki en küçük bir değişikliği kötü hastalık olarak yorumlarlar ve ikna olmak için sürekli hekim ve hastanelere başvururlar.
İlk doktora gidildiğinde ve bazı testler planlandığında (biopsi, kemik iliği aspirasyonu vb.) insanın düşünceleri ‘hiçbir şey çıkmayacak’ ile ‘biliyorum en kötüsü çıkacak’ arasında gidip gelebilir. Bu, kötü bir haberle karşılaşma olasılığına karşı verilen bir tepkidir. Birçok kişi, sonuçları beklemenin yaşadıkları en zor zamanlardan biri olduğunu söyleyebilir.
Tanıya yönelik testlere bir fobi varsa katlanılması güç hâle gelebilir (doktor, hastane, enjeksiyon, kan görme gibi). Eğer kapalı bir yerde kalmaktan korkulursa MRI hasta için korkutucu olabilir. Bu durumu kolaylaştırmak için müzik dinleme ya da kaygıyı azaltan bir ilaç alma gibi çeşitli yollar vardır. Doktor ya da bir ruh sağlığı uzmanı korkuyu azaltarak gerekli testlerin yapılmasında yardımcı olabilir.
Hekime gitmeye çekinmenin en büyük nedeninin kötü bir hastalığın tanısının konması olduğuna göre, toplumun da bu konularda geleneklerden arındırılması gerektiğini düşünmek gerekir. Hastalık bütün insanlar için aynı anlamda değildir. Bilindiği gibi hastalığın tanımı hem toplumdan topluma hem de çağdan çağa değişmektedir. Bir kişiye ne zaman hasta denileceğinin ya da kişinin kendisini ne zaman ve hangi koşullarda hasta olarak algılayacağının genel bir ilkesi yoktur. Ancak, bu farklılıklar ya da ayrımlar “sağlıklı olma durumunun” yitirilmesi sürecinin başlangıcına ilişkindir. Başı ağrıyan birine hasta muamelesi yapılıp yapılmaması ya da kişinin kendisini hasta olarak algılayıp algılamaması o toplumun hastalık kavramını nasıl tanımladığı ile ilgilidir. Çünkü basit bir rahatsızlık olarak görünen bir baş ağrısı uzun süre devam eder, hekime gitme zorunluluğu doğurur ve yapılan analiz ve tanılarla sonuçta kötü bir hastalığın habercisi olursa, o takdirde insan, toplumda hastalıklı ve özel bir kişi olarak algılanır.
Bazı düşünürler ve sosyologlara göre (Herzlich, Cirhinlioğlu vb.), hastalık belki bir yaşam şeklinin, özellikle kentsel yaşamın bir ürünü olarak anlaşılmaktadır. Yani hastalık, mikropların yaptığı veya kaza sonucunda ortaya çıkan bir durum veya kanser gibi bir hastalık ya da zihinsel bir rahatsızlıktır. Hastalık, sıradan kişiler tarafından içsel bir olgu olarak da algılanır. Yani herhangi bir hastalığın olmaması, bir dengenin olması anlamına gelir. Nitekim sağlığın işlevsel tanımı, yalnızca dengeli bir durumu değil, kişilerin neşeli ve keyifli oldukları durumu da vurgular. Bilindiği gibi insanlar, hastalıklar arasında bir ayrım yapmakta ve normal hastalıklarla kanser, kalp rahatsızlığı, tüberküloz vb. hastalıkları birbirinden ayırarak değerlendirmektedirler. Bu verilere göre, sağlık: 1. Negatif olarak, yani bir hastalığın olmaması durumu, 2. İşlevsel olarak günlük aktiviteleri uygulayabilme durumu, 3. Pozitif olarak sağlıklı ve iyi bir durumda olma demektir.
Kişinin hastalanması psikolojik olarak bir çeşit başarısızlık olarak görülür. İnsanlar, hastalıklara normal hayatı kısıtlayan bir durum olarak bakmaktadırlar. İnsanların bir kısmı hasta oldukları hâlde bunu kabul etmeme eğilimine girerler ve toplumdaki mevcut statülerini korumaya çalışırlar. Çünkü bu insanlar değişik bir statüde bulunmaya tahammül edemezler. Onları hasta sınıfı içinde değerlendirmek son derece üzüntü verici ve rahatsız edici bir durumdur. Hastalık herkesin başına gelebilen bir durumdur. Eğer kötü hastalığı olan bir kişiye diğer bütün hastalıklarda olduğu gibi muamele edilirse ve sosyal yaşantısı ayrıcalıklı bir hâle getirilmezse, kişi hekime gitmekten o denli çekinmeyecektir. Çünkü kişinin hekime gitmemesinin en büyük nedenlerinden biri, kötü bir hastalık tanısında toplumda nasıl algılanacağıdır. Bütün bu hassas durumlara kişinin yakınlarının ve hekiminin dikkat etmesi gerekir. Bu durum da tıp etiğinde önemli bir done olarak karşımıza çıkar.