Sokrates ile Euthyphron arasında geçen diyalog günümüzde hâlen tartışılmaya devam etmektedir.
Ahlaki davranışlar Tanrı tarafından emredildiği için mi ahlakidir? Yoksa ahlaki olduğu için mi Tanrı tarafından emredilmiştir?
Uzun zamandır din felsefesinin temel sorularından biri olan bu ikilem; tek Tanrılı dinlerdeki teolojik tartışmalarda yer almıştır. İkilemde ya birinci ya da ikinci seçenek tercih edilmek zorunda kalınmıştır. Hristiyanlıkta Ockham ile Augustinus, İslamiyet’te de Eş’ariyye ve Mutezile akımları iki farklı ucu desteklemiştir. Din felsefesindeki bu tartışma bugün de canlılığını korumaktadır.
İyilik ve adalet gibi ahlaki kavramlar “Şer’i midir yoksa akli midir?” şeklinde özetlenebilecek olan bu tartışmada Eş’ariyye usulcülerine göre bu kavramlar şer’îdir (yani Tanrı istediği için iyidir). Buna karşın Mutezile usülcülerine göre aklidir (yani bizatihi iyidir).
Tez
İkilemin bir ucunu oluşturan Mutezile’ye göre iyilik ve adalet gibi ahlaki değerler, vahiyden bağımsız, gerçek bir varoluşa sahiptirler. Davranışları ahlaken iyi veya kötü kılan objektif özellikler vardır. Bir davranışın ahlaken iyi veya kötü olması, Allah’ın onu emretmesi veya yasaklamasıyla değil, o davranışta bulunan faydalı veya zararlı olma gibi birtakım özellikler sebebiyledir. Hatta Allah’ın bir davranışı emretmesi veya yasaklaması, adı geçen davranıştaki bu özelliklere bağlıdır. Vahiyden bağımsız, objektif bir varoluşa sahip olan ahlaki değerler, Mutezili kelamcılara göre, genellikle insan aklıyla bilinebilir. Antik Yunan felsefecilerini İslam düşüncesi ile bağdaştırmaya çalışan İbn-i Rüşd de Mutezile ile benzer bir tutum almıştır.
Antitez
Gazali de dahil Eş’ariyye ekolüne bağlı olan kelamcılara göre ise; adalet ve iyilik gibi ahlaki değerlerin Allah’ın emretmiş olmalarından başka bir manaları yoktur. Buna göre Allah tarafından emredilen, buyurulan davranışlar ahlaken iyi, yasaklananlar ise ahlaken kötüdür. Gazali’ye göre Tanrı olmadan iyilik, kötülük, adalet gibi kavramların bir anlamı yoktur. Çünkü bu kavramların kendi başlarına anlamlarının olması Tanrı’nın iradesi ile çelişir.
Sentez
Bir şeyin Tanrı emrettiği için ahlaki olduğu önermesi bir mantık önermesi olarak kendi başına doğru sonucu vermez. Çünkü önerme aslında şöyledir:
Tanrı x’i istiyor.
Öyle ise x iyidir.
Önermenin doğru sonucu vermesi için bir başka önerme eklemek zorunluluğu ortaya çıkar:
Tanrı x’i istiyor.
Tanrı’nın istediği her şey iyidir.
Öyle ise x iyidir.
Bu durumda doğru bir nedensellik ilişkisi ile x’in iyi olduğu sonucuna varılabilir. Ancak bu sonuç teolojik bir önerme olan birinci önermeye değil (Tanrı x’i istiyor), ahlaki bir önerme olan ikinci önermeye (Tanrı’nın istediği her şey iyidir) dayanır.
İyilikle kötülük arasındaki ayrılık Tanrı’nın buyruğundan mı ileri gelmektedir? Eğer yalnızca Tanrı buyruğu nedenliyse, o hâlde Tanrı’nın kendisi için iyilikle kötülük arasında bir ayrım yoktur. Bu yüzden Tanrı iyidir demenin bir anlamı kalmamaktadır.
Kur’an da Allah kendi kendisini bu kurala uygun bir şekilde sınırlamıştır.
O, sevgi ve merhameti kendi zatına farz kıldı (Kur’an, En’am, 12).
Benim Rabbim, hiç şüphe yok ki, doğruluk ve dürüstlük yolu üzerindedir (Kur’an, Hud, 56).
Ben burada “Tanrı’nın kudretinin sınırlanması sorunu” değil, bilakis akla uygun ve hayranlık uyandıran bir tevazu örneği görüyorum!
Sonuç
Ahlaki ilkelere insan aklı ile ulaşılabilir, lakin insanlık tarihinde ahlaki ilkelerin oluşumunda dini hükümlerin etkisinin olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Tek Tanrı inancı kişinin ahlaki değerlere ulaşmasında önemli bir araçtır, fakat samimiyet şartı ile.
Çünkü ödül beklentisi ile iyilik yapmak; insanı ahlaklı değil, çıkarcı yapar!