Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) bazılarının yüreğine su serpecek bir açıklama yaptı. TÜİK’in 2009 verilerine göre ülkemizde doğurganlık hızı düşüyor, doğum yapan annelerin yaşı yükseliyormuş. Toplam doğurganlık hızı, 2008 yılında 2.14 çocukken, geçen yıl 2.06 çocuğa gerilemiş. 2009 yılında doğum yapan annelerin ortalama yaşı ise 27 olarak gerçekleşmiş. Kaba doğum hızı 2008 yılında binde 18 iken, bu hız 2009 yılında binde 17,3’e düşmüş. Diğer bir ifade ile 2008 yılında bin nüfus başına 18 doğum düşerken, 2009 yılında bin nüfus başına 17.3 doğum düşmüş.
Bazıları kına yakabilirler. 30-40 yıla kalmaz genç nüfusumuz giderek azalır, biz de pek çok Avrupa ülkesi gibi ‘ayakta dolaşan meyyitler’ ülkesi haline geliriz. Allahtan, bu “Az doğurun!” çağrısına uymayan vatandaşlarımız ve bölgelerimiz var. 2009 yılında İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflaması, 1. Düzey’e göre kaba doğum hızının en yüksek olduğu bölge binde 27.2 ile Güneydoğu Anadolu, en düşük olduğu bölge ise binde 11.6 ile Batı Marmara Bölgesi olmuş. Yani en zengin ve eğitimliler çocuk yapmazken, en yoksul ve eğitimsizler “Durmak yok, devam!” diyorlar.
İstatistiki verilere göre bir kadının doğurgan olduğu dönem boyunca doğurabileceği ortalama çocuk sayısı 2 olarak belirlenmiş. Geçen yıl İstatistikî Bölge Birimleri Sınıflaması, 1. Düzey’e göre toplam doğurganlık hızının en yüksek olduğu bölge 3.46 çocuk ile Güneydoğu Anadolu, en düşük olduğu bölge ise 1.51 çocuk ile Batı Marmara Bölgesiymiş. Geçtiğimiz günlerde Tabip Odası Başkanı olarak yaptığım ilçe ziyaretlerinden birisinde, bizim fakülteden ihtisas almış eski bir öğrencimiz kadın doğum uzmanına rastladım. Urfa’nın sınır kasabalarının birinde mecburi hizmetini yapan meslektaşımı poliklinikte yorgunluktan bitkin vaziyette buldum. “İşler nasıl?” diye sorduğumda, hastanenin (dolayısıyla merkez nüfusu 40 bin, çevresi ile beraber nüfusu 90 bin olan bir ilçenin) tek kadın doğumcusu olduğunu, günde 100 poliklinik yapmak zorunda kaldığını. Doğum ve sezaryenden başka operasyon yapmaya vakit kalmadığını, kadınların 5 çocuktan sonra, daha fazla hamile kalamayınca infertilite (kısırlık) endişesiyle hastaneye başvurduğunu söyledi. Ortalama çocuk sayısının -her bir kadın için- (zira birden fazla evlenmiş olanlar da varmış) 8-10 olduğundan bahsetti.
Batıdaki dostlarımız istediği kadar kızsınlar; bu çocuklara eğitim verilemeyeceğinden, iş bulunamayacağından, toplumun -daha doğrusu az çocuk sahibi olanların- sırtına yük olduğundan bahsetsinler. Ülkenin gerçeği bu! Sosyal devlet olmanın gereği de her vatandaşına eğitim imkânı sağlayıp, iş olanakları bulmak. Aslında endişe duyulacak fazla bir şey de yok. Enflasyonun 3 haneli olduğu, ekonominin top attığı, ülke kaynaklarının sürekli hortumlandığı, uluslararası rekabetin mümkün olmadığı, büyüme oranının yerlerde süründüğü dönemlerde bile bu ülke ne krizler atlattı da bundan sonra mı fazla nüfustan korkacak.
Ben derim ki, herkes bakabileceği kadar çocuk sahibi olsun. Bu sayının ikiden az olması asla kabul edilemez. En azından tek başına yaşmak zorunda kalacak olan çocuğa merhamet edilmeli (bakınız: bu köşede yayımlanan ‘Plansız Aileler’ başlıklı yazı.). Başbakana kızıp 3 çocuk yapmaya direnmenin âlemi de yok. Üç istemiyorsanız, 4 çocuğunuz olsun. Doğacak çocukları şahsi çıkarlarına/rahatına, kariyer planlarına feda etmek ne kötü bir anne babalık örneğidir. Böyle giderse gelecekte bizde Batılılar gibi sevgi ve şefkat duygularımızı kedi-köpekler ile tatmin etmeye çalışacağız.
Evet, çocuk sahibi olmak, onu büyütmek, yetiştirmek dünyanın en zor işlerinden birisi. Ama bu işi bu kadar ‘merasim’ haline getiren de bizleriz. En iyisi siz, “Evleniniz ve çoğalınız”, evdeki nüfusun da ülkedeki nüfusun da fazlasından zarar gelmez; hele ki bizim gibi zengin ve potansiyelinin çok az bir kısmını kullanan ülkeler için.
Tabii sözüm, Allahın kendilerine çocuk sahibi olma şansını bahşedenlere. Bu şanstan mahrum olanlar için tıp elinden geleni yapmaya çalışıyor. O da olmazsa çocuk yuvaları anne-baba şefkatine muhtaç binlerce yavru ile dolu. Onlar da dünyanın en erdemli işlerinden birini yapıp evlat edinebilirler. Zira önemli olan ‘iyi bir insan’ ve ‘iyi bir vatandaş’ yetiştirmek; bunun kendi genlerimizi taşıyor olması sadece doğanın bize bahşettiği bir lütuftan ibaret.