“Gönlüm düştü bu sevdaya
Gel gör beni aşk neyledi”
Yunus Emre
Evren, sonsuzluğunu son insanını yitirdiğinde kaybedecek.
Osman Aktaş
Dünya, evrendeki yerine oturunca bir müddet sonra ona paha biçilmez değerini kazandıran canlılar ortaya çıktı. Sayıları ve ebatları ve endamları birbirinden farklı, sayılamayacak kadar çok bitki ve hayvan türü her geçen günde daha çok büyüyüp boylandılar. Onlar hayatta kalabilmek için vazgeçilmez bir ilişkiyle birbirlerine bağlandılar. Biri ekin verdi, ekmek verdi; biri oksijen verdi, azot verdi, diğerinin ulaşamayacağı suyu verdi. Büyüdüler ve büyüdükçe çoğaldılar.
Burada duralım. Derin bir soluk alıp bu konuyla yakından ilişkisi olan, edebiyatın ana motiflerinden birinden; muhabbetin, sevginin en koyu halinden, iç dünyalarımızın ekmeğinden ve suyundan bahsedelim. Aşktan söz edelim…
Türk edebiyatının dünyaya bir armağanı olan Fuzulî, sıcak ve çorak topraklarda doğmuş bir insani aşkı bereketli abı hayat sularıyla besleyerek ölümsüz bir evrensel aşka yükselten ve tüm dünyaya mal eden “Leylâ ile Mecnun” adlı bir şaheser yaratmıştı. O, eserinin kahramanlarını evreni ve insanı temsil eden semboller olarak edebiyatın unutulmaz isimlerine dönüştürdü. Bu yüzden, günümüzden neredeyse beş asır öncesinde yazılan aşkın sıcaklığını ve tazeliğini, kahramanlarının çektiği acıyı hala bedenimizde, ruhumuzda hissederiz.
Leyla ile Mecnun’un aşkı, evren ile insanın aşkından başka bir şey değildi. Evreni, sonsuzluk mertebesine ulaştıran insanın aşkıdır. Bu yüzden evren sonsuzluğunu son insanını yitirdiğinde kaybedecek.
Konuya kendi soyunu -insanı- evrenin merkezine koyan bir anlayışla yaklaşıyor oluşumuzu doğal karşılayacağınızı umuyoruz. Biz, diğer canlıları çok sevdiğimizden, onlar olmadan var olamayacağımızın bilincinde olduğumuzdan, onları asla incitmek istemediğimizden kuşku duymamanızı diliyoruz. Bu yazdıklarımızı onların okuma şansı yok diye hiçbirini yok sayan bir anlayışta olmadığımızın anlaşıldığına inançla kaplumbağaların, kelebeklerin, çamların, bataklık sazlarının kendi aşklarını yaşamasına hiçbir itirazımız olmayacak. Lütfen, bizlerin evren ile insanın aşkını anlatmasını en doğal haklarımızdan biri olarak değerlendiriniz.
Bizim bütün hayatımız evrenin ve onun bir parçası olan Dünya’mızın oluşum süreçlerini, bu gezegenin hakimi olan insanı ve tarihini anlamaya çalışmakla geçiyor. Tarafımızdan ne bir toprak solucanı, ne bir kene, kurt, sırtlan; ne bir çayır otu, bayır burçağı, ne bir muşmula, alıç, elma hiçbiri dışlanmamıştır. Aksine böyle bir hatanın bütün insanlığa ihanet olacağını vurgulamaya çalışmaktayız.
Evrenin ve uzun bir aradan sonra Dünyanın ve onun bir parçası olan ilk temsilcilerimizin ortaya çıkışının ardından farklı coğrafyalara dağılmamız, bir topluluk haline gelmemiz, kendimize özgü efsaneler, kültürler oluşturmamız ve bilimdeki ilerleyişimiz içimizdeki o yaşama aşkının ete kemiğe bürünmüş daha derin aşklara bölünmesinden başka bir şey değildir.
Canlılar arası ilişkiler, ekmeği fırında pişirmeye hazırlayan bir mayalanma olayıdır. Bu maya tutmasaydı -bu sistemli ilişki kurulmasaydı- bizlerin bugüne gelişi, pek çok şeyi görüp algılamamız, tanımamız mümkün olur muydu? Belki de bildiklerimizin dışında hiç bilmediğimiz, duymadığımız başka oluşum mekanizmasından, farklı bir yaşam döngüsünden söz edilecekti. Belki de bize, içinde yaşam için farklı bileşenleri olan başka bir dünya kucağını açacaktı ve bizler de bu bileşenleri kullanan farklı vücut sistemlerine sahip birileri olarak uzaydaki yerimizi alacaktık. Ama doğada her zaman olması gerekenler olmuştur.
Hangi yapıda olursak olalım, beyinlerimiz ve bedenlerimiz özgür olduğu sürece düşüncelerimizde var olan her şeyin bir yerlerde var olacağına ve bunların açığa çıkarılmayı beklediğine inanmak bakış açımızı ve ufkumuzu genişletecektir. Bilimde sürekli ilerleyişin nedeni, bu sınır tanımayan insan yeteneği olsa gerek. Her gün canlılar arasında yeni birçok ilişkinin ortaya konulması, düşüncelerine zincir vurmayan insanlar sayesinde gerçekleşmektedir. Aslında hemen hemen bütün yazılan ve söylenenlerde bu birlikte yaşam döngüsünün izleri gizlidir.
Şimdi tekrar geriye gidelim; kendimizce eskiyi ve yeniyi harmanlayalım.
En zor eylem yaşamaktır. Doğanın vahşi kucağında hiçbir canlı sonsuz güvende değildir. Bir canlı, diğer bir canlının suyu, meyvesi, kanı ve eti olmadan büyüyemez. Bildiğimiz doğa, canlıya ilişkin kutsal yasasını bu temel üzerine inşa etmişti. Birileri koparılan, birileri koparan olacaktı. Biri av, biri avcı olacaktı. Avcı bir gün avını yakalayacak, bir gün eli boş dönecekti. Biri bir gün yok olacak, biri yaşama tutunacaktı. Canlı bu, rüzgârı da görecekti, çılgın suları da. Soğukta da kalacaktı, sıcakta da. Doğacaktı da, ölecekti de. Ömrünü aşikâr ya da gizli, görüp görmeyeceği meçhul olan ötenin ötesindekini çözmeye çalışırken bitirecekti.
Başlangıç noktasını iyi seçmediği için, kendini anlatan bir eylemin içinde olmadığı için, her zaman bilgilerini ve yeteneklerini kullandığı halde ağzını her açışında onları inkâr ettiği için yaşadığı öykülerin anlamını çözmekte zorlanacaktı. Bilemiyoruz…
Doğa hakkında diğer insanlara açık bir mesaj vermek gibi bir sorumluluğu vardı insanın! İnsan hayatına hizmet eden insan, değer bulmalıydı toplumda. Çaresiz ve masum insanları kendi onulmaz kaderlerine terk etmek insanlık olamazdı! Sizleri cehaletiyle, suskunluğuyla, şımarıklığıyla çıldırtanlara karşı sadece gülümsemek ne kadar modern bir davranıştır? İnsanın zararsız olması yeter mi iyi olmaya, insani görevlerini ötelemesi masum bir davranış olarak kabul edilebilir mi? Duyguların kökenine inen evrimsel bir yaklaşım, gerçeğe giden yolun kapılarını açacaktır. Zihinsel körlük değil mi insanı sezgilerden yoksun bırakan, başkalarıyla duygudaşlık yapmasını engelleyen… Empatinin acısını ya da zevkini hissetmeden, evrene aşık olmadan insan olunur muydu hiç!
Engin denizlerin kıyılarından uzak, kaptanı olmayan bir geminin çılgın rüzgârlara karşı acizliğinde kalmasın hayatlarımız. Yaşamaya yakışır görelim canımızı, kendimizle ve bütün insanlarla, bütün doğayla barışık olmalıyız. Onlara aşık olmalıyız. Özgür ve güvenli bir dünyada mutluluk yoldaşımız olmalı bizim. Hakkı, hukuku önemseyerek, doğayı ortak malımız olduğunu özümseyerek, akıl ve beden sağlığımızı koruyarak, başkalarını da ilgilendiren sorumluluklar üstlenerek, canların eşitlik ilkesini şiar edinerek sonuna kadar öylece sürdürmeliyiz yaşamımızı.
Evet, sevgili dostlarım, insanlığın bir kısa hikâyesini, evren ile insanın aşkını kendi hislerimde bandıra bandıra anlatmaya devam edebilirim. Ancak bu aşkın sırlarını tam olarak açıklamak mümkün değil. İyi ki bu mümkün değil, çünkü bu büyü sonsuza dek bozulmamalı.
Evet… Sizlere kaygılardan ve önyargılardan arınmış kıyameti olmayan güzel bir dünyada, ömrümüz yettiğince birlikte yaşamak istediğimi bildirmekten, aynı hikâyenin ortak kahramanları olmaktan mutluluk duyuyorum.
Şu gerçeği ifade ederek bu yazıya son vermek istiyorum:
Evren ve insanın hikâyesi, en son insan öldüğünde tamamlanacak!
12 yorum
Hangi yapıda olursak olalım beyinlerimiz ve bedenlerimiz özgür olduğu sürece düşüncelerimizde var olan her şeyin bir yerlerde var olacağına ve bunların açığa çıkarılmayı beklediğine inanmak bakış açımızı ve ufkumuzu genişletecektir. Kalemine sağlık. Mükemmeml
Ne ilginç..Bu akşam Trt Belgesel kanalında evren ve teknolojik gelişmeler hakkında iyi bir belgesel izledim. Elbette ana konu İsviçre’de SERN bilimsel araştırma ( Nükleer araştırma ) laboratuvarında atom parçacıklarının hızlanarak çarpışmasıydı. İlgiyle izledim. Şimdi de sizin evren ve insan hakkındaki yazınız alabildiğine dikkat çekiciydi.. Fransz bilim adamı Lavazye ( Türkçe okunduğu gibi yazdım) “Yoktan bir şey var edilmez, var olan bir şey de yok olmaz” düşüncesiyle evreni düşünmek ve özellikle sonsuzluğu düşünmek .. İnsanın ve verenin sonunu düşünmek ve belki de bir sonun olmayacağını aklımızdan geçirmek bana çılgın düşler gibi geldi. Hele de bir başka boyutun var olabileceği düşüncesi çok çok ilginç. Bilgilerimiz yeterli değil Everen’i kavramaya, ama bilim adamları atomun yapısını örnek alarak evreni tanımlarken şaşırmamak elde değil… Hocam çok güzel bir yazı okudum. ellerinize sağlık. Teşekkürler…
Yazıyı başından sonuna kadar zevkle okudum.
“İnsan olmadan evrenin sonsuzluğunun bir anlamı olmadığı” düşüncene sonuna kadar katılıyorum saygılarımı sunuyorum sevgili abiciğim.
Değerli dostum harika bir yazı kaleme almışsınız. İnsanın anası ve babası doğa ve evren ile ilişkisini, çelişkilerini, tarihi süreç içerisinde değişen ve değişmeyen/değişmeyen değerleri çok başarılı dile getirmiş yazınız. Kutluyorum.
mükemmel kalemine sağlık
hoş bir yazı
Sayın Hocam bilimle edebiyatı buluşturan kaleminize sağlık
“Evren sonsuzluğunu son insanını yitirdiğinde kaybedecek”
Prof. Dr. Osman Aktaş
________________________
Duyarlı, yurtsever, aydın yüreğinizi saygıyla selamlıyorum hocam..
İnsanı evrenin varoluşu ile özleşleştiren güzel bir düşünce kaleme almışsınız. Aklınıza ruhunuza sağlık Üstad.
Öyle ya Evrende aklı ve ruhu ile öne çıkan en önemli varlık olan insan, sürekli aklının ve duygularının peşinde koşarak kendini geliştirmesini bilmiştir.
Varoluş nedenini sorgularkan yaratıcı yüce güçlere sırtını da dayadıkca yücelmiştir.
TANRILAR; Eski Mısır, Hindistan, Yunan, Aztek,Maya,İnka,Asur, Babil, Sümer,Roma mitolojileri/efsaneleri ile yetinmeyip, tek tanrının muhteşem yaratıcı gücüne yaslanmış, bu düşünceyle kendi aklını ve gücünü daha da yüce kılmıştır.
Elbette insan tek başına yaratıcı bir güçtür !
“Evreni, sonsuzluk mertebesine ulaştıran insanın aşkıdır. Bu yüzden evren sonsuzluğunu son insanını yitirdiğinde kaybedecek.”
“Özgür ve güvenli bir dünyada mutluluk yoldaşımız olmalı bizim. Hakkı, hukuku önemseyerek, doğayı ortak malımız olduğunu özümseyerek, akıl ve beden sağlığımızı koruyarak, başkalarını da ilgilendiren sorumluluklar üstlenerek, canların eşitlik ilkesini şiar edinerek sonuna kadar öylece sürdürmeliyiz yaşamımızı.”
Yazılarınızda ve şiirlerinizde hep kalemini fırçaya, kelimelerini fırça darbelerine ve cümlelerini de renklere dönüştüren bir ressamın inceliğini görmüşümdür.
Yüreğinize sağlık Osman Hocam!
Nail Yılmaz,
Değerli akademisyen hani hak ettiğimiz veya etmediğimiz sıfatımız varya ona sadık kalırsak dünyayı tanımladığınız tüm canlı cansızların birbirini tamamladığını anladığımız da anlamayanlara anlattığımız da mutlu olacakların adedini arttıracağımızı düşünüyorum. Ben de sizin gibi düşünüyorum. Onun için 250 kişilik amfiden ses çıkartabiliyorum. Bu düşüncede insanlar ile gezegenimizi bu yönü ile sonsuzlaştırabiliriz. Tüm anlayanlara saygılarımla, sevgilerimle.
Çok teşekkür ediyorum Nail Yılmaz bey, selam ve saygılarımla.