Yaşadığımız zaman diliminde, insanın doğal ve evrensel, sosyal, biyolojik ve fiziksel ihtiyaçlarını hedeflemeyen egemen ve sömürücü güçlerin,
Evrensel insan hakları, evrensel hukuk ve evrensel ahlak ilkeleri bağlamında, sözel olarak söyledikleri hiçbir şeyin yaşamsal değerinin olmadığını dünya kamuoyunun gördüğü ve algıladığı anlaşılmıştır.
Bu yüzden dünyaya bu adı geçen konularda öncülük yapacak ve evrensel bir medeniyetin alt yapısını oluşturacak, bilim insanları, düşünürler, sanatçılar, siyasetçiler ve yönetici insanlardan oluşan öncü kadrolar harekete geçmelidir.
Özellikle halkı Müslüman olan ülkelerin ve coğrafya olarak Afrika halklarının, yaşadığımız zaman diliminde sosyal, biyolojik ve fiziksel ihtiyaçlarının ‘İnsan Hakları Bildirgesi’nin yazılı metni ile hiçbir alakasının olmadığı çok açıktır.
Ne diyor İnsan Hakları Bildirgesi: ’’herkesin kendisinin ve ailesinin sağlığı ve iyiliği için gerekli bir yaşam standardına; gıdaya, giyeceğe, konuta ve sağlık hizmetlerine, gerekli sosyal hizmetlere ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ya da kendi kontrolünde olmayan başka koşullar altında geçim olanağı bulamama haline karşı güvenceye hakkı vardır’’
Bildirinin imzalandığı tarih 10 Aralık 1948’dır.
Roosevelt bu bildiriyi Magna Carta olarak tanımlamıştır.
Magna Karta nedir? Birde ona bakalım:
Büyük Özgürlükler Sözleşmesi.
Magna Karta Bildirgesinin evrimiyle Evrensel İnsan Hakları bildirgesi ortaya çıkmıştır.
1215 yılında İngilizler tarafından imzalanmış (İngiliz kralı John) bir belgenin,1948 yılının 10 Aralık tarihinde imzalanmış diğer bir belgeyle çağdaş ihtiyaçları karşılayabileceğini onaylayan, zamanın emperyalist gücü olan ABD başkanı Roosevelt olmuştur.
Magna Karta Bildirgesi, 1215 yıllarında, feodal bir sistemi olan İngiltere’yi yöneten İngiliz Kral’ı ile feodal egemenlik arasında yapılan bir sözleşme niteliği taşır. Kralın mutlak otoritesini
Ve keyfi yönetimini sınırlayan bir belgedir.
Bu belge tüccarlara, din adamlarına ve feodal beylere tanıdığı haklarla hayata geçmiştir.
Magna Karta’dan evrensel insan haklarına evrilen bir metnin günümüzde Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde uygulanma biçimi tüccarlara, din adamlarına ve feodal beylere tanınan haklarla ilgili olarak hayata geçmeye devam ediyor.
Günümüzde kapitalizm, kapitalizme hizmet eden tüccarları, kapitalizme hizmet eden din adamlarını,
Kapitalizme hizmet eden Feodal Beyleri, İngiliz emperyalizminin Magna Karta bağlamında, sömürü projesinin 1948 evrensel insan hakları bağlamında evrilerek devam ettiğini yaşayarak öğreniyoruz.
Dünyada yazılı tüm insan haklarına ilişkin metinler tarihin arşivine kaldırılmalı ve tarihsel değer dışında hiçbir uygulama hakkı tanımamalı, doğal insan haklarına dayalı evrensel ilkeleri içeren yeni bir metni: 1.evrensel ahlak ilkeleri,2.evrensel insan hakları,3.evrensel hukuk ilkeleri başlıkları altında yeniden yazılmalıdır.
Bu yazılım işlemi ayırımsız 193 devletin temsilcilerinden oluşan evrensel bir platformda gerçekleştirilmelidir.
Bu öneriye itiraz edecek birey ve yöneticilerin, Gazze’de ve henüz kendini duyurabilme imkanı bulamayan tüm zulme uğrayan diğer coğrafyalardaki insanların, bebeklerini, analarını, babalarını, yaşlılarını, hastalarını, hastanelerini, okullarını ve evlerini yok eden olayları empati yaparak düşünüp, itirazlarını geri almalarını dileyerek mesajlarıma son veriyorum.
Bir tek şartım var: Evrensel değeri olabilecek bir metin hazırlarken, HZ.MUHAMMED’in hazırladığı ve uyguladığı MEDİNE SÖZLEŞMESİ’ni artık referans almalarıdır.
Yolumuz aydınlık olsun.
4 yorum
İnsan Hakları Beyannamesi, insanlık tarihinin en önemli ve en ileri düzeydeki buluşlarından | icatlarından | kolektif akıl ürününden | Gökten inmeyip %100 insan ürünü olan bilinçin somut halidir. . 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen bu beyanname, tüm insanlara temel hak ve özgürlüklerin tanınmasını ve korunmasını amaçlayan bir ilkedir. İnsan hakları, her bireyin doğuştan sahip olduğu, hiçbir dış etken veya egemen güç tarafından elinden alınamayan haklardır. Bu beyanname, adaletin, eşitliğin ve özgürlüğün sağlanabilmesi için evrensel bir zemin oluşturmuş ve insanların onurlu bir yaşam sürme hakkını teminat altına almıştır.
İnsan Hakları Beyannamesi, sadece belirli bir coğrafyada veya kültürde değil, tüm dünyada geçerli olan ve her bireyin korunması gereken hakları kapsar. Bu yönüyle, insanlık için bir dönüm noktasıdır ve toplumsal eşitlik, özgürlük ve adaletin sağlanmasında bir mihenk taşı olmuştur.
Ancak, İnsan Hakları Beyannamesi’nin medeniyet tarihindeki yeri, sadece onun kabul edilmesiyle sınırlı kalmaz. Medine Sözleşmesi, Hazreti Muhammed tarafından Medine’de yapılan bir antlaşmadır ve erken İslam toplumunun sosyal yapısının temellerini atmıştır. Bu sözleşme, farklı inançlara sahip insanlar arasında barış ve adaletin sağlanması için ilk somut adımı atmış, hem bireylerin hem de toplumların haklarını güvence altına almıştır. Ancak Medine Sözleşmesi, dönemin koşulları ve toplum yapısı göz önüne alındığında, belli bir toplulukla sınırlı kalmış ve yerel bir çerçevede uygulanmıştır, uygulanamamıştır, hatta varlığı dahi şüphelidir. Oysa İnsan Hakları Beyannamesi, evrensel bir metin olarak, insanlık tarihinin her dönemine ve her coğrafyasına hitap etmektedir. Medine Sözleşmesi, çok önemli bir ilk adım olsa da, evrensel bir düzenin temellerini atma noktasında yetersiz kalmıştır.
İnsan Hakları Beyannamesi, sadece belirli bir topluluğun haklarını değil, bütün insanlığın haklarını tanımaktadır. Medine Sözleşmesi ise yalnızca Müslüman toplumu, müslümanlar için geçerli olan bir hukuk düzeni ortaya koymuştur. Bu noktada İnsan Hakları Beyannamesi, Medine Sözleşmesi’nden üstünlük arz etmektedir çünkü daha geniş bir kapsama sahip olup, tüm insanları içine alan evrensel bir değerler sistemi sunmaktadır. Ayrıca, İnsan Hakları Beyannamesi, zamanın ve toplumların değişen ihtiyaçlarına göre evrimleşebilecek, her zaman güncel ve geçerli olabilecek bir metin olarak tasarlanmıştır. Medine Sözleşmesi’nin yerel – lokal bir çerçeveye sahip olmasına karşılık, Beyanname evrensel bir insanlık birliğinin oluşmasını sağlamış ve tüm insanlık için evrensel bir ahlak, hukuk ve eşitlik anlayışını yerleştirmiştir.
Sonuç olarak, İnsan Hakları Beyannamesi, yalnızca bir belge değil, insanlık için büyük bir devrimdir. Tüm insanlara, ne olursa olsun, eşit haklar ve özgürlükler tanır ve her bireyin yaşamını onurlu bir şekilde sürdürebilmesi için gerekli teminatları sağlar. Medine Sözleşmesi’nin değerini reddetmek değil, onun ötesine geçerek, insanlık için daha geniş bir zemin oluşturan İnsan Hakları Beyannamesi’nin evrensel ilkelerinin, dünya çapında kabul görmesi gereklidir. Bu metin, insan onurunun korunmasının temelini atmış ve tüm halklar arasında eşitliğin sağlanmasına katkı sağlamıştır. Fakat Medine sözleşmesinde Hz. Muhammedi ve onun resul fonksiyonunun sonucu olan Kuranı kerimi hakem olarak kabul etmeyenleri dışlamak medine sözleşmesinin en büyük sorunudur.
Hikmet beyin güzel temenniler içeren, kalbiyle yazdığı makalesine duyarsız kalamadım. Yalın, sade, rafine uslübü için ayrıca tebrik ederim. Bütün insanlığın tabi olacağı temel insanı değerler temennisi için ben de amin diyorum. Alicenaplığına güvenerek iki katkıda bulunmak istiyorum: İnsan hakları tarihsel ve doktriner olarak liberalizme dayanır. İnsan haklarının mücadelesini bujuva sınıfı, ideolojisini ise liberal aydınlar yapmıştır. İnsan hakları savunuculuğu şu ya da bu oranda liberal siyasal ideolojiye ve burjuva sınıfının menfaatine yandaşlık etmeyi salık verir.Ben şahsen sempatiyle bakıyorum. Ama Marxistler insan haklarının bizatihi kendisini reddderler, onu burjuvanın bir manipülasyonu olarak görürler. Batılı marxistler sosyalist ideoloji ve ekonomi politikalarıyla Batı liberalizmini ıslah etmişlerdir. Bu senteze şahsen ben de sempatiyle bakıyorum. Liberal aydınlar insan hakları ilkelerini Ortaçağ doğal hukuk doktrininden devşirmişlerdir. Doğal hukuk doktrininin bir yanı Hristiyanlık teolojisi, bir yanı ise Aristo’nun doğal düzen felsefesidir. Liberal aydınlar Hristiyanlıkla olan bağını kesip Aristo’nun doğal düzen anlayışını iktibas ettiler. Yani kural kural koymanın nihai yetkisinin Tanrıdan bağını kestiler. Egemenliği bu şekilde laik temele oturttular.Egemenliğin, yani kural koyma yetkisinin laik rasyonalitesini E.Kant ile Rousseau yapmıştır. Bunlar Ortaçağdan süregelen insan hakkı dediğimiz ilkeleri değiştirmediler, aynen aktardılar. Ama bu ilkelerin Tanrı tarafından değil de evrende asılı kurallardan veya insanların sözleşmesinden devşirildiğini iddia ettiler. İnsan hakları temelde malın, canın, namusun, mülkiyetin, sözleşme özgürlüğünün korunmasını içerir. Kant ise negatif özgürlük, fırsat eşitliği ve mülkiyetin korunması olarak görmüştür.Öte yandan bütün bu iddiaları mümkün kılan, işlevselleştiren gerçeklik Burjuva sınıfının önce Krallarla ittifak edip feodalleri yok etmesidir. Daha sonra güçlenen kralların yetkisini hukuk devletiyle sınırlandırmasıdır. Bu siyasi mücadelenin özü iktidarı kullananların gücünü hukuka bağlanması ve bu şekilde iktidarın kötülüklerinin önlenmesidir. İnsan hakları bu kertede hukuk devletinin hukuku olur. Kısaca keyfi ve cebri yönetim yerine kanunlara göre yönetimin ikame edilir. Magna Carta kralların yetkilerinin sınırlandırılması açısından bir kazanımdır. Ama gerçekte kralın yetkisinin feodal beylerle paylaştırılmasını içerir. Aristokratliği güçlendirir. Oysa feodalizmin ortadan kaldırılması hukuk devletinin gelişmesinde önemli aşamadır. Yani Magne Carta kralın mutlak egemenliğinin sınırlandırılması açısından olumlu, feodalizmin gücünü artırması bakımından olumsuzdur. Burjuva mücadelesi feodallerin krala karşı kazanımlarını sahiplenir, ama kendilerini yok eder. İkinci olarak insan haklarının Kantçı veya Roussouae nun yapığı meşrulaştırma biçimlerinin hegemonyası kırılmıştır. Liberal gerekçelerle yapılan insan hakları nosyonunu Tarihçi okul mensupları, marxistler, etnisiteye-dine-cinsiyete ve kültüre bağlı farklılığı savunanlar tarafından siyasi olarak, postmodern epistomologlar ise bilimsel olarak değersizleştirmişlerdir. Yani günümüzde evrensel ve objektif insan hakları savunusu bugün pek mümkün görünmemektedir. Çağdaş dünyada hukuk devleti ve onu esas alan insan hakları demokratik yollarla liberal demokrasi konseptinde meşrulaştırılmaktadır. Onu da Habermas gibi kimseler bugünlerde iyice değersizleştirmiştir. Ama daha da önemlisi insan haklarının bayraktardığını yapan Batılı ülkelerdeki gelişmeler insan haklarını söylemini değersizleştirmektedir. Farklı dinden, etnisiteden olanlara bu ülkeler insan haklarını ülke içinde uygulamamak, özellikle dış politikada insan haklarının gereğine göre hareket etmemek suretiyle insan hakları gözden düşmüştür. Sonuçta evrensel ilkeleri temenni etmek, Magna Cartalara mutlak iyilikler yüklemek kötü değil. Ama konuyla ilgili literatüre dalınca insan zihni dağılıyor. Daha az biliyor.Daha az iddialı oluyor. Daha az hükümlü cümleler kuruyor. Yine de iyi şeyleri temenni etmek için çok şey bilmeye gerek yok. Bir şeyin uzmanı olmaya hiç gerek yok. Uzmanlıkta yetinmemek gerekir, farklı disiplinlere ilgi duymak gerekir. Hikmet bey bir akademisyen hekim olarak bunu yapmış, tebrik ederim. Hikmet beyi güzel kalbi, güzel uslübü için bütün samimiyetimle tebrik ediyorum. İyilikleri tebliğ etmesi adına kendisine sağlık ve afiyet diliyorum
Sayin Bayraktar
Elleştiriniz için teşekkür ediyorum.
İnsan hakları bildirgesi benim de savunduğum bir bildirgedir.
Sorun bu bildirgeye uygun tutum ve davranış göstermeyen yöneticilerdir.
Sizin ”insan hakları sadece belirli bir topluluğun haklarını değil, bütün insanlığın haklarını tanımaktadır.
Medine sözleşmesi ise yalnızca Müslüman toplumun, Müslümanlar için geçerli olan bir hukuk düzeni
ortaya koymuştur”yorumunuz, Medine Sözleşmesi’nin nedeni,,amacı ve yönteminin yeterince analiz edilmediğinden kaynaklanmaktadır.
İnsan hakları sözleşmesi fiziksel gücü üstün tutan çevrelerin, doğal ihtiyaçlarının arayışında olan dünya
halklarına ‘insanı insan’ olarak görmeden uygulamada bulunmaları,,günümüzde tüm boyutlarıyla yaşanmaktadır.
en çarpıcı yorumunuz da ”Medine sözleşmesi belli bir toplulukla sınırlı kalmış ve yereldir.
Uygulanamamıştır, varlığı dahi şüphelidir”yargınızla ilişkilidir.
Bu yargınız nedeniyle sadece TOPLUMSAL SÖZLEŞME'(MEDİNE SÖZLEŞMESİ) başlığıyla Akademik Akıl platformunda yazmayi düşünddüğüm yazının tarafınızdan da okunmasını dilerim.
Yolumuz aydınlık olsun.
.
İshak Hoca
Konuyu açıklayıcı katkılarınızdan dolayı teşekkür ederim.