Kraliçe Victoria’ nın 1837’de tahta çıkmasıyla başlayan ve 1901’de Kraliçe’nin ölümüyle sona eren 64 yıllık hükümdarlık dönemi, dünyada “ Viktorya Çağı ” olarak bilinir. Bu dönem, sanayi devrimi gibi dünyada bir çok değişimin, dönüşümün, coğrafi keşfin, antropoloji ve arkeolojinin, paleoantropolojinin, fizik ve kimya alanlarında gelişimin olduğu tartışmalı dönemidir.
Bu yıllarda Charles Leyll Coğrafi anlayışımızı değiştiren kitabını yayınlamış, Luis Agassiz “Buzul dönemlerinden” bahsetmiş, hemen sonraki yıllarda Alfred Wegener ile “Kıtaların hareketi” ve “Dünyanın Puzzel kıtaları” anlayışı tartışmalarla da olsa günümüz dünyasını oluşturmaya başlamıştı. İşte bu yıllarda bu günün dünyasında belirleyici olan bir olay daha meydana gelmiş, Darwin Beagle adlı gemi ile doğa bilimleri gezisine çıkmıştı. Aslında Darwin bu geziye hiç çıkmamış olsaydı ve “ türlerin kökenini ” yazmamış olsaydı bugün “Darwinizm” teriminin daha çok kullanıldığı “ evrim teorisi” de dünyayı bu kadar kasıp kavurmayacaktı. Babasının isteği ile tıptan ve rahiplikten daha çok vakit ayırmak istediği, doğa ile ilgilenmekten duyduğu heyecanla Darwin, geziye katılmayı kabul etmişti. Gemi İngiltere’den ayrılıp Güney Amerika kıyıları, Galapagos adaları, Yeni Zelanda gibi beş yıllık büyük bir yolculuğu tamamlayıp İngiltere’ye 1936 da döndüğün de Darwin değişmişti ve gelecek yirmi yılda yaptığı tartışmalarla, evrim kelimesini hiç kullanmasa da doğal seçilimden, izolasyondan bahsettiği kitabıyla dünyada yeni bir bilimsel dalga başlatmıştı.
Bu bilimsel dalga, o yılların “soft power “ olarak tanımlanacak yumuşak gücü arkeolojiyi daha da körükleyecek, antropolojiyi ise Afrika’da inanılmaz keşiflere yöneltecekti. Fakat beklenmedik bir tartışmanın, bilim ve din çatışmasının da fitilini de ateşlemiş olacaktı. O güne kadar bu kadar net ve kesin ifadelerle “yoksa insanların atası maymunlar mıydı? “ gibi çok alışık olunmadık bir düşünce, insanlığın egosunu tıpkı Johannes Kepler’in “evrenin merkezi dünya değildir” demesi gibi sarsıp bir kere daha depremlere yol açacaktı.
Daha Darwin’in kitabı yeni yayınlanmıştı ki, 6 ay sonar ünlü Oxford Üniversitesinin müze salonunda her zamanki tartışmalardan biriymiş gibi başlayan ama yüzyıllara damga vuran o meşhur tartışma gerçekleşti. Darwin ile kitabı hakkında sürekli konuşan, yardımlaşan ve O’na destek veren Thomas Henry Huxley, dönemim piskoposu Samuel Wilberforce ile şiddetli bir tartışma yaşamış; Piskoposun” siz büyük anneniz ya da büyükbabanız tarafından mı maymundan geliyorsunuz” sorusuna ünlü “ beni, maymun soyundan gelmek değil ama doğruları saptıran birinin soyundan gelmiş olmak utandırır” cevabıyla bir döneme ve gelecek yüzyıllara damga vurmuştu. Bu tartışma geçekten de böyle mi oldu? Tam olarak bilemiyoruz. Ne yazık ki elimizde birinci elden bir kayıt yok. Dinleyicilerin anlattıklarından derlenen ikinci ve üçüncü el anlatımlar mevcut.
Bugün Kuzey Amerika’da ve dünya da özellikle Katolik ve İslam ülkelerinde fazla taraftar bulamayan ama Kuzey Avrupa ülkelerinde büyük çoğunlukla kabul edilen, bu evrim anlayışı artık bir teori, bir düşünce olmaktan çıkmıştır. Bulunan 5 milyon kadar insan iskeletinin incelenip, tarihlendirilip sınıflandırılmasıyla, Homo Sapiens Sapiens olan günümüz insanının, 7 milyon yıl önce Afrika savanların da, kıta hareketleri ve iklim değişikliklerine ait uygun ortamın ve insanın genetik yapısının beyin hacmindeki değişimleri ve gelişmeleri de tetiklemesiyle ağaçlardan yere inmiş, alet yapmaya, dik durup, yürümeye ve daha da gelişmiş aletler yapmaya başladığı, 15-20 bin yıl önce de ünlü “neolitik devrimi” geçirerek yerleşik hayata geçtiği, böylece kültürel ve sosyal gelişmesine devam ettiği kanıtlanan bir gerçeklik olmuştur.
Kanıtlandı derken, Darwin türlerin ve insanın nasıl evrimleştiğinden bahsetmişti ama henüz bir tek insan iskeleti bile görmemişti. İlk defa 1868 de Fransa’da Cro- Magnon insanının iskeleti bulundu sonra, 1891 de Java’da bir homo habilis iskeleti bulundu ve daha sonra 1924 ve 1925’te Raymond Dart tarafından çok ses getiren fosil insanlar bulundu, böylece Afrika arkeolojisi, antropolojisi başladı. Şimdi moleküler biyoloji, genetik çalışmalar ve tarihlendirmede radyoaktif karbon kullanma gibi yöntemlerle artık sadece insan fosilleri değil birçok canlının fosili evrimdeki yerine kolayca yerleştiriliyor.
Nasıl günümüzün silikon kullanımı günümüz ileri teknolojisi için çok önemliyse o yılların silikon vadisi de Afrika’nın” Büyük Yarık Vadisiydi “ ve alt paleolitik silahlanma da daha o yıllarda yani 2 milyon yıl önce başlamıştı ve 40 bin yıl önce silahlanma yarışı taş baltadan, ok ve mızraklara geçerek üst paleolitik devirde de devam etti. Mağara resimleri ve sanatıyla insan sahnede yerini alıyordu ve paleolitik sanatın Sistine şapeli olarak gösterilen İspanyadaki Altamira mağarasında ilk ressamlar duvarlara eserlerini çiziyorlardı.
Evet, evrimin tüm bu detayları son 150 yılda ortaya konuldu ve kanıtlandı. Artık bilimsel bir teori değil gerçekten bahsediyoruz. Ancak özellikle dinsel inançlar, düşünce ve yargılar nedeniyle yeteri kadar kabul görmeyen bir gerçekten bahsediyoruz. Anglikan kilisesi Darwin’den özür dileyerek kendisini aforoz etmeyi 2008 yılında kaldırdı ve hatasını kabul etti. Müslüman dünyasında da bir uyanış var, bir çok İslam aliminin Darwin’den çok daha önce evrimden bahsettiği, Nazzam ve Cahız gibi büyük alimlerin detaylı bir şekilde maddeden canlıya geçiş ve bitkiden insana geçişten bahsettiği artık biliniyor, coğrafi keşiflerde bile Biruni’nin ve İbni Sina’nın Afrika ve Hindistan’ın önceleri deniz olmasından bahsetmesi tercümelerde ortaya konuldu. Mutezile ve İhvan-ı safa gibi felsefeye önem veren düşünce ekollerinin İslam coğrafyasında evrim fikrine temel hazırlayan risaleleri ve tartışmaları gün yüzüne çıkartıldı.
Gelecek yılların, artık din ve bilimdeki bir çatışma anlayışından çıkarak hem geleneksel Yahudilik, Hristiyanlık hem de Müslümanlık ile evrimin çatışmadığını, bilakis teolojik metinlerde de (kutsal kitaplarda) aynı gerçeğin anlatıldığında birleşilmesi gereği ortadadır. Üstelik evrim gerçeğinin din ve bilim çatışmasını bitiren, 650 milyon yıl önceki Edikara faunasından, Kambrien patlamasıyla tüm denizlerde canlı çok hücreli hayatın başlamasından günümüze kadar kıtaların bir yanda hareketi, iklimin değişmesi ve canlıların türden türe, büyük yok oluşlarla yeniden başlangıçlarla, günümüze kadarki muhteşem serüvenini milyonlarca fosil kayıtla belgeleyerek anlatması değil midir?
Yüzyıl öncesi tartışmaları bir yana bırakarak, gelecek nesillerin, 13.7 milyar yıllık evrende 4.5 milyar yıl önce oluşmaya başlayan dünyanın ve 600 milyon yıllık canı hayatın, 7 milyon yıl önceki genetik olarak sadece %1.8’lik bir farkla şempanzelerden ayrılmaya başlamasıyla, bugün şempanzeler hala ağaç dalları arasında sıçrarken, uzayın keşfine soyunup, Mars’ta koloni kurmaya çalışıyor olmasının harikuladeliğini öğreniyor, anlıyor ve yaşıyor olması gerekmez mi?
4 yorum
Kutlarım çok güzel bir köşe yazısı
Yazı, yazı olarak güzel de, keşke atıf yaptığınız kişilerin kaynak eserlerini kaynakça bölümünde görüp inceleyebilse idik.
haklısınız , kaynakçayla konunun daha az yer kalayacağını ve anlatımın zayıflayacağını düşünmüştüm…
Güzel bir köşe yazısı,kutlarım