Bir toplumda bilim anlayışı bilim felsefesi arka planına ve iklimine dayanmıyorsa, o toplumda aynı şeyler aynı reaksiyoner tavırlarla tartışmaya(!) açılır.
Tartışmanın açılması, bilimde tesadüfe inanan insanların bilinç altlarını harekete geçirerek “tesadüfen gelişen” bir olay nedeniyle gündemde yer bulur.
Ve sonuçta, bilim felsefesinin iklimini oluşturan “Neden?”, “Niçin?”, “Nasıl?” sorularının sorulup cevap alınamadığı “saman alevi” görüntülerinden “bir arpa boyu” yol almadan eski hale dönülür.
Son TÜBİTAK dergisindeki Darwin posteri konusu bu fotoğrafı en iyi yansıtan örneklerden biri…
Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi’nin görüşü şu şekilde tanım getiriyor.
Evrim: Canlı yaşamın ortak bir geçmişe sahip olduğu ve tüm canlıların zaman içinde değişime uğradığını ileri süren görüş…
Hayatı okumaya çalışan her insanın, gözlemleriyle, evrim sürecini bir şekilde yakalaması mümkündür.
Sorun, canlı olmadan cansız bir maddeden canlının nasıl ortaya çıktığında yatıyor.
Sorun, canlıların yapı taşlarını oluşturan polimerlerin, proteinlerin, çekirdek asitlerinin, yağların, şekerlerin, patlamalarla metan, amonyak, su, karbondioksit, azot, fosfor ve kükürtlü bileşiklerden nasıl meydana geldiğini açıklayabilmektedir.
Bu konularda ciddi bilimsel çalışmalar yapan bilim insanları vardır. PELUGER, HALDANA, BEUTER, OPARIN, MILLER ve MELVIN CALVIN gibi.
Nobel Ödülü sahibi CALVIN (1950), canlıların oluşumunda; inorganik aşamadan organik aşamaya geçiş sürecinde var saydığı doğa şartlarını oluşturmaya çalışmış ve elektron hızlandırıcı aygıtla, aygıtın ışınlarını oluşturduğu karışımlara tutarak, formik asit, formaldehit, oksalik asit, asetik asit sonra da asetik asitten dört karbonlu süksinik asit en sonunda da amino asit elde etmeyi başarmıştır.
MILLER ise canlıların oluşumunda var saydığı koşullardaki karışımları morötesi ışınlar ve yıldırım deşarjlarını kullanarak amonyak, metan, su buharı ve hidrojen gazından üç aminoasidin (glisin, asparajin ve alanin) oluştuğunu göstermiştir.
Deneyler hızlandırıldı, çoğaltıldı ve sonuçta 70’ten fazla aminoasit çeşidi sentezlendi.
Canlılar 20 çeşit aminoasit taşımalarına ve farklılıkları da bu aminoasitlerin değişik kombinasyonlarına bağlı olmasına karşın, 70 çeşit aminoasit sentezlemek de mümkün.
Bu noktadan hareketle o devirde kısa dalgalı ışınlar ve elektrik deşarjları aminoasitlerin oluşum sürecinde belirli moleküllerin sentezlenmesini katalizleyebilmiştir.
Buna bağlı olarak o devrin koşullarında 70 aminoasit yerine 20 aminoasit sentezlenebilmiş ve bugünkü canlıların yapısına katılabilmiştir. Bu durumda da dayanıklılığını sürdürebilen 20 aminoasitin oluşturduğu canlılık süreci, kimyasal evrimin gerekçesi olmuştur.
Buradan canlılar dünyası ile ilgili şöyle bir sonuca varabiliriz:
“Dünyadaki canlılar ilkin atmosferin saptadığı ve izin verdiği ölçüler içerisinde algılayabilir ve işlev görebilir.”
“Biz doğayı ve gerçekleri ancak atmosferin izin verdiği ölçüler içerisinde tam olarak algılayabilir ve değerlendirebiliriz.” (Yaşamın Temel Kuralları-Prof. Ali Demirsoy).
Darwin, yoktan var edilen bir varlıktır. Kendi varoluş sürecinin ilk aşamasının koşullarını bilimsel olarak ispat etmesi mümkün olsaydı, bir biyolog ve bilim insanı olarak evrim sürecinin bilinmezleriyle uğraşmazdı.
Bizler, yaratılış sisteminin yasalarını keşfetme sürecine girmekle insan olmanın onurunu taşıyabiliriz.
Bilim insanının amacı, “Neden?”, “Niçin?”, “Nasıl?” sorularına cevap aramak olmalıdır.