Anadolu’da kullanılan çok güzel özdeyişlerden biri, hepimizin de zaman zaman kullandığımız “Din vaazı veren hocanın dediğini yap, fakat yaptığını yapma.” sözüdür. Diğer bir deyim de, “Sana yapılmasını istemediğini, başkasına yapma.”dır. Atalarımız gerçekleri ne de güzel ifade etmişler. Bu sözlere dayanarak kitaplar dolusu örnekler verilebilir. İşte bu örneklere uygun iki olayı, Sayın Başbakanın ameliyatında ve Sayın Sağlık Bakanının eşinin ameliyatında yaşadık.
Biliyoruz ki, hâkim ve hekim normal şartlarda ve demokrasiyi özümsemiş ülkelerde mesleki yasalara, yani mesleki bilgilerine ve deneyimlerine göre kendisinde oluşmuş kanaatine göre özgürce karar verir ve hiçkimsenin veya merciin etki veya baskısını önemsemeden tarafsızca karar alır ve uygular. Ancak gerek hâkimin gerekse hekimin tabi olduğu yasa ve mesleki bilgiler, karşılaştıkları olaylar şablon şeklinde tek tip olmayıp her vaka veya her hasta birçok farklılık gösterdiği için, benzer de olsa alınan kararlar yorum niteliğinde olmakta ve farklı kararlar çıkmaktadır. Örneğin; bir davada hâkimler heyetinde farklı yorumlarla karar alınmakta veya aynı hastaya farklı hekim yaklaşımları ve yorumları söz konusu olmaktadır. Bu girişten sonra gelelim işin yasal yönlerine.
Yüksek Öğretim Kanunu’nun 22. maddesinde öğretim üyelerinin görevleri şöyle tanımlanmıştır: “Yüksek Öğretim Kurumlarında ve bu kanundaki amaç ve ilkelere uygun biçimde ön lisans, lisans ve lisans üstü düzeylerde eğitim-öğretim ve uygulamalı çalışmalar yapmak ve yaptırmak, proje hazırlıklarını ve seminerleri yönetmek.”Bu maddeye göre, bir öğretim üyesinin yasal görevleri arasında “uygulamalı çalışmalar yapmak ve yaptırmak”bulunmakta ve bu görev tüm meslekler için olduğu gibi uğraşısı insan bedeninin sağlığı olan özellikle tıp fakültelerinde olmazsa olmazlar arasındadır. Ancak aynı Kanun’un 36. maddesinde şu kısıtlama yer almaktadır:
“Madde-36: (2) Üniversitede kısmi statüde görev yapanlar; Her defasında iki yıl için atanan bu profesör ve doçentler haftada en az yirmi saat üniversitede bulunmak, eğitim-öğretim, uygulama ve araştırmaları bölüm başkanının gösterdiği yerde ve onun denetimi altında yapmakla yükümlüdürler. Bunlar: (a) Tazminat, yan ödeme, herhangi bir ek ücret ve döner sermaye gelirlerinden ücret ve ödenek alamazlar. (c) Bilgi ve görgülerini artırmak ve bilimsel araştırma yapmak üzere, kontenjanla yurt dışında çalışmalara katıldıklarında, masrafları, Devlet bütçesinden, döner sermayeden ve üniversitenin diğer gelir kaynaklarından ödenmez. “. Hâlbuki Allah bile bizi yaratırken “Beni tek ilah olarak tanıyacak ve yalnız bana ibadet-dua edecek ve ilahi bir yardıma ihtiyaç hissettiğinizde aramıza hiçkimse veya şeyi koymadan, aramıza bulaştırmadan bu ilahi yardımı yalnız benden ve doğrudan doğruya isteyeceksiniz. Çünkü Ben size şah damarınızdan çok daha yakınım, içinizdeyim ve zaten aramıza kimsenin girmesi için yer yok.”diyerek karşılık beklemektedir ya, bu konuyu kurcalamayayım.
Görüldüğü gibi, sırf kısmi statüde çalışıyor diye bir öğretim üyesi, katkısı ve yaptığı iş ne olursa olsun bedava çalışmaya mahkûm edilmiş olmaktadır. Yani bu öğretim üyelerine yıllarca “Arkadaş, ben sana emeğinin karşılığını hiç vermeyeceğim, ama sen bunu nasıl çıkarırsan çıkar.” denmiş ve sömürülmüştür. Bu Kanunu sanki kendisi yapmamış gibi ve sözde hastayı koruyacağım diye aynı kanun yapıcı, bu defa hülle yaparak 26 Ağustos 2011 tarihinde, hiç ilgisi olmayan Adalet Bakanlığının Kanun Hükmündeki Kararnamesi’ne YÖK Kanunu’nun 36. maddesine şu fıkrayı ekledi; “…öğretim üyeleri, yükseköğretim kurumlarında yalnızca eğitim ve araştırma faaliyetlerinde bulunmak ve döner sermaye faaliyetleri kapsamında gelir elde edilen hizmetlerde çalışmamak kaydıylamesai saatleri dışında yükseköğretim kurumlarından başka yerlerde meslekî faaliyette bulunabilir ve meslek veya sanatlarını serbest olarak icra edebilir.Ki bu fıkra halen Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş durumdadır.
YÖK Kanunu’ndaki “…döner sermaye gelirlerinden ücret ve ödenek alamazlar.” ifadesini Kararname’deki “döner sermaye faaliyetleri kapsamında gelir elde edilen hizmetlerde çalışmamak kaydıyla”ifadesi ile yan yana koyunca, Başbakan ve Sağlık Bakanı, kısmi statüde çalışan hekimlerden yararlanma girişimlerinde bence çok çok doğru hareket etmişlerdir. Çünkü yukarıda değindiğim gibi, hâkim ve hekimler, nasıl aynı dava ve aynı hasta için farklı yorumlar yapıyorlarsa, bu ifadelere de yaklaşım öyle olmuş ve Başbakan ile Sağlık Bakanı kendi gerçek yorumlarına göre hareket etmişlerdir. Hâkim ve hekimler, yorumlarımızda temel olarak insana fayda sağlama ve zorlaştırmayıp kolaylaştırma prensibini güderiz. İşte gerek Başbakan ve gerekse Sağlık Bakanı da, esasında zihinlerindeki gerçek düşünce ve niyetleri böyle olduğu içindir ki, bu yasal ifadeleri “gelir elde edilen hizmetlerde çalışmış olduğunu resmi evraklarda göstermemek, gelir talep etmemek kaydıyla”şeklinde yorumladıkları için ameliyatlarında tam gün çalışmayan doktorları kendi zorluklarında kullanmakta bir sakınca görmemişlerdir. Zaten bu yorum, 17 Şubat 2012 tarihinde Habertürk TV’de Basın Kulübü programında Sayın Sağlık Bakanı tarafından “Öğretim üyesi asistanın veya son sınıf öğrencisinin ve hazırlamış olduğu ve eğitimi için danıştığı hastayı gerekirse muayene eder, ameliyat yapamaz diye bir şey yok, isterse ameliyat da yapar, ancak işlemin-ameliyatın sorumlu hekimi olamaz, dışarıyla para ilişkisi olmasın diye.” şeklindeki ifadesi ile açıklanmıştır.Yine Sağlık Bakanı, 2 Mart tarihinde Akşam gazetesi muhabiri Doruk Çakar’a verdiği demeçte “Muayenehanesi olan öğretim üyesinin üniversitede hastayla teması yasak değil. Sadece döner sermayeden pay alamıyor.” diyerek, bu gerçek düşüncesini açıklamıştır. Ben de bunun üzerine, 19 Mart 2012 tarihli Medimagazin’deki köşe yazımda bu yoruma katıldığıma yönelik açıklama ve gerekçelerimi yazmıştım. Ancak, gerek Bakan gerekse kendi bürokratları verdikleri demeçlerde, bu yasa maddelerinin yorumlarını, bu gerçek düşüncelerinin tersine yapmışlardır. Defalarca da bu yorumlarını tekrarlayarak, hem doktorları hem de birçok hastayı perişan ve darmadağın eden, zarar verici ve zora sokan sözlerini kamuoyuna pompalayıp durmuşlardır. Tabii “KRALDAN ÇOK KRALCI” yapımız nedeniyle olsa gerek diyeyim, üniversite yetkililerimiz, pompalanan ilk yorumu madem ki Bakanlık böyle diyorsa kendi yorumlarını tartışmaya açmadan ve Bakanlığın yorumunu mutlak doğru kabul etmekle ve hemen kralcılıklarına soyunup, zaten bedavaya çalışmakta olan kısmi statüdeki öğretim üyelerini sıkı takibe almaya başlamış ve “Doktor olarak ve tek kuruş istememene rağmen ve özellikle seni tercih edenler de olsa, ben sana artık hasta da baktırmayacağım, hiçbir girişim de yaptırmayacağım.”diyerek, hem doktorlarını hem de onlara güvenen hastaları zora sokmuşlardır. Hâlâ isyanlarda olduğum “Öğretim üyeleri, döner sermaye kayıtlı da olsa özel fark ödeyerek hasta muayene edemez.”şeklindeki Bakanlık kararı da eklenince, “Eee, artık bu kadarı da olmaz!” diyerek isyanlara ve daha beter perişanlıklara yol açıldı.
Son olarak Hürriyet gazetesinden Mehmet Y. Yılmaz’ın Bakanı istifaya çağıran yazısı üzerine Sağlık Bakanlığı 20 Aralık 2012 günü verdiği cevapta aynen şu ifadeyi kullanmıştır: “Bu KHK ile dışarıda çalışan öğretim üyelerinin üniversitede döner sermaye adına hasta kabul edemeyecekleri, ancak eğitim-öğretim faaliyetlerine devam edebilecekleri yönünde kural getirilmiştir. Buna göre, öğretim görevlisi hekimler, serbest çalışmayı tercih etmiş olsa bile, eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdürmeleri, özellikle tıpta uzmanlık eğitimi doğrudan doğruya pratik eğitim olduğundan vakaya katılarak asistan eğitimi yapmaları hukuken gereklidir. YÖK, anabilim dalı başkanının talebi ve dekan onayı ile öğretim üyelerinin konsültasyon hizmeti vermelerine imkân tanımaktadır.” Yani Bakanlık, Başbakan ve Bakanın yorumlamaları ve uygulamaları paralelinde ve benim de “Doğrusu budur.” diye çırpındığım gerçek yorumu bizzat açıklayarak noktayı iyice koymuş oldu.
Zaten bu Kararname’den önce yıllarca “part-time” çalışan öğretim üyeleri, YÖK Kanunu’nun 36. maddesinde değinildiği gibi döner sermaye adına hiçbir hastaya döner sermaye adına makbuz kestirip özel olarak hiç hasta kabul etmemiş ve girişimlerde bulunmadan çalışmışlardır. Yani, Bakanlığın bu dediklerine uygun çalışmış olduklarına göre, demek ki bu doğrularına aynı şekilde devam edebilecekler. Tabii, kralcılar tutumlarından vazgeçebilirlerse!
Gelir elde etmek veya etmemek fark etmeksizin “kesinlikle hastaya dokunmamak, ameliyat yapmamak veya hasta üzerinde pratik uygulama yapamamak” şeklinde hatalı bir yorum pompalanmamış, Bakanın ve Bakanlığın doğru olan açıklamaları ilk başlarda da yapılmış olsaydı ve kraldan çok kralcılık hatasına da girilmeseydi,son bir yıldır yaşanan kaos oluşmayacaktı.
Gelecek yazımda ise “part-time” çalışmakta olan öğretim üyeleri hangi kurallara sadık kalarak çalışmalılar ve sadık kalmayana hangi kurallar uygulanmalıya yönelik görüşlerimi açıklayacağım.
Çünkü meydanı boş bırakmak da olmaz. Çünkü insanız ve zayıf yaratılmışız.