Bilindiği gibi insanoğlu toplu halde yaşadığı dönemlerde “sorumluluk hukuku” alanında suç tiplerine karşı suçun ispatı ve suçlunun cezalandırılmasında birtakım kurallar geliştirmişlerdir. Bu yöntemlerden biri de “kasâme (yemin) müessesesidir.” Kasâme müessesesi, faili meçhul cinayetlerin ortaya çıkarılmasında geliştirilmiş bir tekniktir. İslâm ceza muhâkeme hukuku tarihinde hâkimin, kim tarafından öldürüldüğü bilinmeyen maktulün, katilini bulmak veya diyetine hükmetmek amacıyla başvurduğu bir yargılama usulüdür. Bu teknikle; suç ve ceza hukukunda suçun ispatı, suçlu bulunamazsa sorumluluğun paylaşılması hedeflenmiştir. İslâm hukukuna göre her bireyin “yaşama hakkı” kutsaldır. Bu hakkın her ne sebeple olursa olsun ortadan kaldırılması mümkün değildir. İlk dönem toplumları genellikle aile, kabile ve aşiretler halinde yaşadığından can güvenliğinin korunmasında sorumluluk bireyden aileye, aileden- kabileye, kabileden-aşirete, aşiretten-devlete kadar uzanırdı. Her bir kurum gücü nispetinde sorumlu tutulurdu. Böylece genellikle kabile halinde yaşayan Arap toplumlarında bir çeşit birbirlerine zimmetlenmiş bir topluluğun görev ve sorumlulukları belirlenmiş olurdu. Kasâme müessesesinin adından da anlaşılacağı gibi yeminin daha çok hukukî yaptırım sağlandığı, aşkın değerlerin kuvvetli olduğu ilk dönem toplumlarında varlığı bilinmektedir. İlk dönem toplumlarında, özellikle Yahudilik ve Hicaz Araplarında yalan yere yeminin dünyevi kötü sonuçları olacağına dair köklü bir inanış bulunmaktaydı. Bu bağlamda ispat hukukunda yemine sıkça başvurulurdu. Yemin etmesi istenen kimsenin yeminden kaçınması sübut yönünden önemli bir delil sayılırdı. Bunun için de faili meçhul cinayetlerde cinayetin işlendiği veya cesedin bulunduğu yerdeki insanların cinayeti işlemediğine, görmediğine ve bilmediğine dair elli kişinin yemin etmesi veya yeminden kaçınması suçu ispat veya suç isnadını defetmek açısından önemliydi.
Geçmişte ve günümüzde hemen her dönemde faili meçhul cinayetlerin varlığı bilinmektedir. Konu hakkındaki birçok ülkede halen hukukî boşluklar bulunmaktadır. Çağımızda ise içte ve dışta emniyet ve güvenliği sağlama sorumluluğu kurumsal bazda devlete aittir. Keza hassas bir denge olan insan haklarının korunarak birey, toplum ve devletin faili meçhul cinayetler konusunda sorumluluk alanlarının belirlenmesi de önem arz eder. Bu bağlamda artan faili meçhul cinayetlerin sorumlusunun kim olacağı ve devletin vatandaşını koruma görevinin nerede başlayıp nerede bittiği, kişinin başkasının işlediği suçtan sorumlu tutulup tutulamayacağı, kusur ve sebep sorumluluğunun yorumlanış tarzları, suç ve cezada şahsilik ve kolektif olma durumları geçmişten günümüze hep tartışıla gelmiştir.
Bu tür suçlarda takip edilmesi gereken yöntem, bu tür suçların ispatı veya cezalandırılması hususunda klasik eserlerde yapılan içtihatların günümüz hukuk sisteminin geldiği aşamaya ışık tutması açısından da önem arz eder. Hiçbir insanın kanı heder olmayacağına göre faili meçhul cinayet durumunda bunun ispatı veya ölenin diyeti (kan bedeli) hakkındaki tartışmalar klasik eserlerde ve günümüzde hala tartışılır. Tarihte her dönemin toplumunda ihtiyaçlara göre kavramlar değişse de benzer ihtiyaçlar için benzer yöntemler uygulanmıştır. İslâm hukuk tarihinde İslâm ceza muhâkemesi hukukunca kabul edilen bir müessese olan kasâme; faili meçhul cinayetlerin ortaya çıkarılmasında izlenilen bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bilindiği gibi İslâm ceza muhâkemesi hukukunun “şahitlik, ikrar, karineler ve yemini kabul etmeme” gibi genel ispat metotları bulunmaktadır. Özel ispat yöntemi olarak da “kasâme müessesesi” bilinmektedir. İslâm ceza yargılaması hukukunda delile dayalı ispat, merkezi bir öneme sahiptir. Bu ispat hukukunun delillerinin başında ise o günün şartlarında şahitlik ile suçlunun itirafı gelmektedir. Keza bu ispatın açık ve mümkün olduğunca “şüpheden uzak” bir delile dayanması da gerekmektedir. Ancak şâhidin ve suç itirafının bulunmadığı durumlarda hakların zayi olmaması ve suçların önlenmesi için suç karinelerinden hareketle; (kriminoloji, kiriminalistik ve adli tıp gibi günümüz hukukundaki yardımcı bilimsel disiplinler geliştirilmeden önce) klasik dönemlerde başka tekniklere ihtiyaç duyulmuştur.
Bu bağlamda klasik eserlerde geçmişte var olan hukuka yardımcı disiplinlerden biri olarak da “kasâme müessesesi” bulunmaktadır. Can güvenliği teminatı, 1920’lerde başlayarak ölen kişinin sadece mal varlığının miras yolu ile yakınlarına devredilmesini değil, kazanç potansiyelinin de miras yoluyla devredilmesi gerektiğini, ayrıca bu potansiyelin hastalık, yaşlılık, işsizlik gibi risklere karşı güvence altına alınması amaç edinilmiştir. Can güvenliği teminatı, gelir sağlayan kişilerce hem kendilerinin ve ailelerinin yaşantılarını güvence altına almak hem de çocuklarının gelişmelerini ve ekonomik bağımsızlığa kavuşmalarını sağlamak amacıyla yapılmaktadır. Kasama müessesesi, bireyin yaşama hakkı temin edilememesi durumunda, riski doğuran olayın gerçekleşmesi olasılığı karşısında, potansiyel kazancın kaybolmasını önlemektir. Kasâme müessesesine hâkim olan düşünce kişinin kazandığı gelirin, hayatta iken şahsının, ölünce (ve/veya yaşlanınca, çalışamaz duruma gelince, işsiz kalınca) ailesinin ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde canlı tutulması, bir diğer ifadeyle, kazanç potansiyelinin yaşatılmasıdır. Bu düşüncede, gelirin yakınları için canlı tutulması gerektiği savunulmaktadır.
Klasik dönemde öldürülenin kan bedeli 100 deve olmuştur. Bu bağlamda kişinin hayatının bir değeri olduğu, ölenin sadece kişi olmadığı, onunla birlikte kazandığı gelirin de öldüğü söylenmekte ise de, günümüzde bu gelirin yakınları için canlı tutulması gerektiği savunulmaktadır. Kasâme müessesesi, geleceğin güvence altına alınmasını sağlayan bir kurum olarak görülmesi gerekmektedir. Öldürülen sade kişi değildir. Öldürülenin geliri de ölmektedir. Öldürülenin gelir potansiyelini canlı tutmak gerekir. Bugün bu müessese işlevsel değildir veya çok küçük meblağlara indirgenmiştir. Can güvenliği temin edilemeyen birey, öldürüldüğü zaman şehit, yetim ve mağdurlar çoğalmıştır. Bu yetim ve mazlumların hakkı olduğundan bu kurum hala hukuki bir zemine oturtulmamıştır. Oysa modern bir devletin en önemli kurumlarından biri olan sosyal güvenlik bu gibi rizikolara karşı teminat sağlaması gerekirdi. Can güvenliği sağlanamayan bireyin, gelir potansiyeli de heder olmaktadır. İki taraftan da mağdur olmaktadır. Ya da küçük meblağlarla kan bedeli tazminatı ödenmektedir. Klasik dönemde faili meçhul cinayete kurban giden bir insanın kan bedeli ( diyeti) yüz deveydi. Bugün kaç deve ödeme yapılır, dün mü modern bir devlettik yoksa bugün mü, dün mü can güvenliğimiz teminat altınaydı yoksa bugün mü? Öldürülen ölüp gitmektedir, geri kalanlar, mağdur ve mazlumlar, aileler ve yetimler perişan olmaktadırlar. Dün kasâme müessesesi bu faili meçhul cinayetler için ciddi bir teminattı. Bugün faili meçhul bir cinayete kurban gitsek kaç deve yapıyoruz, herkes bir düşünsün bakalım. Bir devletin modern olması insanın can güvenliğine ve potansiyel gelirinin canlı tutulmasına bağlıdır. Daha fazla mağdur ve mazlumlar çoğalmadan, ciddi bir müessese olan klasik dönemde diyet, günümüzde kan bedeli tazminatı sistemini kurumsal ve işlevsel hale getirmemiz gerekmektedir. Klasik dönemde bu diyeti akilesi, öldürülenin bulunduğu mahalle halkı ve veya devlet öderdi. Bugün en önemli müesseselerimizden biri olan bu müessese adı ve şanı bile unutulmuş neredeyse yok hükmündedir. Binaenaleyh, Müslümanlar birebirleriyle uğraşmayı bırakıp, akıllarını çalıştırıp, değerlerine sahip çıkmalıdırlar. Saygılarımla.