Öz farkındalık, Duval ve Robert Wicklund tarafından 1970’li yıllarda literatüre kazandırılan bir kavram olup; bireyin kendi düşüncelerinin, duygularının farkına varması, isteklerini gerçekçi biçimde ele alması, güçlü ve zayıf yönlerini bilmesi, yetenekleri hakkında gerçekçi bir değerlendirmeye sahip olması ve yerinde bir öz-güven algısıdır. İnsanlar, kendi tercihleri ile şekillendirdiği hayat yolunda ihtiyacı olan deneyimleri yaşamakta, hayatı bilinci ve bilgisi ölçüsünde algılamakta ve anlamlandırmaktadırlar. Her deneyim, bilincin izin verdiği algıya göre düşünceye, düşünce duyguya, duygu ise davranışa neden olmaktadır. Bu durumda davranışın temelinde düşünce ve duygu bulunmaktadır. Düşüncelerimizin çoğu ise, toplumsal öğrenme sonucu yakın çevremizden “kalıp”lar şeklinde bizlere aktarılmaktadır. Bu kalıplar, bireyin gücünü elinden alan ve yeteneklerinin ortaya çıkarmasını önleyen en önemli engellerdir.
Yeni doğmuş her bebek kendine özgü, eşsiz bir altyapı ve genetik kod ile dünyaya gelir; en yakınında olan ve temelde bakımını üstelenen annesi tarafından kişiliği şekillendirilir. Başkaları ile kıyaslama, sürekli eleştirme bir çocuğun kişilik gelişimine yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bu durumda çocuk, kendini “yetersiz, başarısız, değersiz” hissetmekte ve hayatı boyunca kendini başkaları ile kıyaslayarak en başarılı olmaya çalışmakta, ancak özünde yer alan o yetersizlik, değersizlik duygusunu bir türlü tatmin edememektedir. Bu şekildeki bireyler kendini sıklıkla sabote etmekte, sürekli mağdur-kurban rolünü oynamakta, “mağdur konfor kuşağı”nda kendini rahat hissetmekte, başarı ve güce ulaşmak için her yolu denemektedir. Unutulmamalıdır ki, sürekli kıyaslanarak ve eleştirilerek yetişmiş birey kendinden nefret eder; kendini sevmeyen kişi başkalarını da sevemez ve kendisinde var olduğunu içsel olarak bildiği ancak inkâr ettiği özellikleri başkalarında görerek sürekli başkalarını yargılar, eleştirir ve aşağılar.
Kıyaslama ile “başarılı olursan seni severim” koşulunun tersi, “koşulsuz sevgi”dir. Koşulsuz sevgi, karşımızdakini her durumda, koşulsuz olarak sevebilme durumudur. Koşulsuz sevgi, karşımızdaki ile “sağlıklı sınırlar” oluşturabilme yeteneğini ve gerektiğinde “hayır” diyebilme özelliğini beraberinde getirir. Koşulsuz sevgi ile sağlıklı sınırlar konularak yetişmiş birey iyicil, duygusal olarak dengeli, psikolojik olarak “sağlam”, yeteneklerinin ve sınırlarının farkında olarak yaşantısına devam edebilir. Bu şekildeki bireyler, kendisini ve çevresindeki tüm varlıkları dengeli şekilde sevebilir.
Aile yapımız ve mevcut eğitim sistemimiz değerlendirildiğinde; yarışma, yarıştırma, kıyaslama, en başarılı olma davranışlarının çok fazla olduğunu görmekteyiz. Temeldeki bu sorun var olduğu müddetçe, toplumda her gün yaşadığımız olumsuz deneyimler artarak devam edecektir. Bu durumda yapılması gereken şey “öz farkındalık”tır. Kişinin kendisi ile yüzleşmesi dünyanın en zor durumu olsa da, bir yerden başlamak gerekir; öncelikle zihnimizde beliren düşüncelerin neden olduğu ve duygularımızın farkındalığı ilk adım olmalıdır. Bir olay veya bir durumla karşılaştığımızda zihnimizde beliren ilk düşünce nedir? Ve o düşüncenin karşılığı olan duygu nedir? Bu düşünce ve duyguları tanımladıktan sonra onları yargılamadan kabul etmek, sevgiye, bilgi ve bilgeliğe dönüştürmek, anlayışımızı ve hayata bakışımızı değiştirecektir.
Psikolojik sağlamlığı yüksek, duygusal açıdan dengeli, kendini ve aslında yine kendisi olan her şeyi koşulsuz sevebilen, sağlıklı sınırlar koyabilen bireylerden oluşan bir topluma ulaşmanın zor olduğunu ama imkânsız olmadığını düşünüyorum.
3 yorum
Öz-farkındalık ve koşulsuz sevgi… Ne güzel yazmışsınız Sayın Hocam. Kendi travmalarımızı/gerçeklerimizi kabul edebilsek ve onları sevgiye dönüştürebilsek, aslında ne kadar yaşanılası oldugunu göreceğiz her yerin. Demişler ki; sevmek kolaydır, sevilen izin verirse eğer. Kendimizi sevme çapamız, sevgiyi yayma rotamız olsun ? Saygıyla…
Hocam, çok teşekkür ederim. Bu yazıyı kendi yaşanmışlıklarımdan, deneyim ve gözlemlerimden yola çıkarak yazdım. Yayın yapılır, projeler üretilir, makam, mevki sahibi olunur ama insan olma özelliklerine sahip olmak, “büyüdükçe küçülmek” o kadar kolay değil. Sizin gibi sevginin dilinden anlayan kalplerle buluşmak, aynı gezegeni paylaşmak ve hep birlikte farkındalığımızı artırarak bilgeleşmek ne güzel. İyi ki varsınız, sevgiler.
“Kendi travmalarımızı/gerçeklerimizi kabul edebilsek ve onları sevgiye dönüştürebilsek, aslında ne kadar yaşanılası olduğunu göreceğiz her yerin. Kendimizi sevme çapamız, sevgiyi yayma rotamız olsun (TARA). “Yayın yapılır, projeler üretilir, makam, mevki sahibi olunur ama insan olma özelliklerine sahip olmak, “büyüdükçe küçülmek” o kadar kolay değil. Sevginin dilinden anlayan kalplerle buluşmak, aynı gezegeni paylaşmak ve hep birlikte farkındalığımızı artırarak bilgeleşmek ne güzel” (ÖZDEMİR). Ne kadar güzel yazmışsınız. Umarız mesajlar bizlere ulaşıyordur…selam ve sevgilerimle