“Ya filozoflar kral olmalı ya da krallar filozof.”
Platon
Platon’a göre “her zaman doğrunun, iyinin, güzelin peşinde koşup adaleti gözetmek” felsefe eğitiminin kazançlarıdır. Devletin, işte bu niteliklere sahip kişilere yani filozoflara emanet edilmesini arzular Platon.
Bu satırları okuduğunuzda bilmem siz de şöyle içten ve derin bir özlemle şunu söylüyor musunuz?
“Ah, keşke!”
Siyaset, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatı olarak tanımlanır. Fakat günlük pratikte yansımasını tarif etmem istense şöyle derdim:
“Siyaset, çoğunluğu etkileme sanatıdır.”
Siyasette başarılı görülenler, çoğunluğu ikna eden ve peşinden sürükleyenler olmuştur daha çok. Sokrat gibi bir filozof bile en azından yaşadığı dönemde çoğunluğu etkileyememiştir. Devleti yönetenler daha güçlüydü örneğin. Peki, günümüzde değişen bir şey var mı?
İnsanların çoğunluğu bilim ve bilgelikten ziyade popüler kültürü takip ediyor. Sokrat, Spinoza, İbn Haldun, Montaigne gibi filozoflar topçular ve popçular kadar ilgi görmüyor örneğin.
Henüz yaşıyorken bir insana filozof demek yaygın bir uygulama değil. Haliyle bir siyasetçiyi seçerken filozof olanı tanımlamak da belirlemek de zor görünüyor. Peki, bilim adamları siyasetçi olmalı mı?
Günümüzde siyaset denince aklımıza gelen birkaç figürün mesleklerine baktım. Donald Trump, askeri akademide okudu ve işletme bilimleri eğitimi gördü. Vladimir Putin, Uluslararası Hukuk Bölümü’nden mezun oldu. Angela Merkel, fizikçi; Çin’in lideri Xi Jinping, kimyacıdır.
Ülkemizin tarihinde iz bırakan üstü düzey yöneticilere bir göz atalım isterseniz. Mustafa Kemal ve İsmet İnönü askerdi. Süleyman Demirel inşaat mühendisi ve ezeli rakibi Bülent Ecevit gazeteciydi. Turgut Özal mühendisti. Recep Tayyip Erdoğan, İktisadî ve Ticarî Bilimler Fakültesi’nde okudu.
Akademisyenler arasında pek çok yönetici ve bürokrat hatta milletvekili var. Peki, siyasi parti lideri olmak gibi üst düzey görev yapanlar?
Prof. Dr. Tansu Penbe Çiller, üç yıl başbakanlık yaptı. Prof. Dr. Necmettin Erbakan ise sadece bir yıl…
Devlet yöneticilerinin meslekleri çok mu önemli bilemiyorum. Örneğin, Tansu Çiller ekonomi profesörüydü ama ülkemizi ekonomik anlamda şaha kaldırmak için yetmedi bu. Adnan Menderes, hukukçuydu ama bir hukuk devletinde darbe ile indirildi ve trajik bir şekilde asıldı.
Peki, biz akademisyenler siyasetin neresinde olmalıyız? Siyasete bakışımız ne olmalı? Ülkemin saygın akademisyenlerinin yer aldığı bu platformda siyaseti nasıl yorumlamalıyız?
En iyi bildiğimiz şeylerden olan bilimsel çalışmaların temel ilkelerinden birisi güvenilir ve tutarlı olmasıdır. Yine de sonuçlarımızın en doğrusu olduğunu iddia etmeyiz ve kesin hükümler vermekten kaçınırız. Peki, ne yaparız?
Çalışma yaptığımız alanda bulduğumuz sonuçların istatistiksel analizini yaparız önce. Bulgularımızın anlamlı olması için asgari rakamlara ihtiyacımız vardır. Yine de bununla yetinmez, bulgularımızı diğer çalışmalarla karşılaştırırız. Sonra da şuna benzer bir ifadeyle sonuçlandırırız çalışmamızı:
“Sadece bir bölgedeki örnekleri değerlendirmiş olmamız çalışmamızı kısıtlayan unsurlardır. Mevcut bulgularla çalışmamızın anlamlı olduğu kanaatindeyiz. Konu ile ilgili yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.”
Kendi işimizi yaparken böylesine hassas davranmak zorunda olan biz akademisyenler söz konusu siyaset olunca aynı hassasiyeti gösteriyor muyuz? Ekranlara çıkıp milyonlara hitap ederken bu kadar bilimsel ve dürüst müyüz? Ya da bir akademisyen bu bilimsel ifadelerle seçmen kitlesini peşinden sürükleyebilir mi?
Platon’un dediği gibi “üstün niteliklere sahip, incelikli, doğru, yiğit ve tok gözlü” olmak için akademisyen olmak şart değildir. Ne iş yapıyor olursak olalım erdem hayatımızın merkezinde yer alırsa dünya güzelleşir.
Ve biz akademisyenlerin huzurlu bir dünya için – başat rol oynamasak da- siyasete en büyük katkılarımızdan birisi “bilimsel düşünme ve bilimsel konuşma” kültürünü yaymak olacaktır.
Antik Yunan döneminin en önemli filozofu Sokrat, konuşurken üç ana öğeye dikkat edilmesi gerektiğini vurgulamıştır:
Söyleyecek şey gerçek midir?
Söylenen iyi bir şey midir?
İnsana faydalı ve yararlı mıdır?
Siyasetçilerimiz ekran karşısına geçtiğinde Sokrat gibi bir bilgenin hassasiyetini gözetse ağzından çıkan her kelimenin hesabını yapardı. Bir söylemeden önce iki değil, dört kez düşünürdü. Doğruluğundan emin olduğu şeyler arasında sadece gerekenleri kibar bir dille ifade ederdi. Mesela, çözüm önermeyen eleştiri, itham ve hakaret gibi hastalıklı tutumlardan uzaklaşırlardı. Haliyle anlamsız tartışmalar, kutuplaşmalar ve çatışmalar olmazdı.
Ütopya’da anlatılandan daha huzurlu bir ülkede yaşamanın basit formülünü tek kelimeyle ifade etmem gerekirse “Erdem!” derim ben. Çocuklarımıza meşhur, zengin ya da makam sahibi olmaktan daha çok erdemli olmayı telkin ettiğimizde dünya daha güzel bir yer olur.
Erdemli olmak profesör olmaktan daha zor ama daha önemlidir. Zira erdemli olmak, siyasi taassuplarımızı bir kenara bırakıp doğruları söyleyecek kadar cesur olmayı gerektirir.
Güzel bir dünyanın inşasına minik bir katkı sunabilmek ümidiyle…
3 yorum
Tebrik ediyorum
Sizi Edirne’de bir konferans için ağırlamak istiyoruz.
Teşekkürler Hocam
“Ben güzel ahlakı, erdemliliği tamamlamak için gönderildim “diyen bir peygamberin ümmeti olabilmek, nefisleri ve hevayı ilah edinmeden kontrol altında tutabilmek erdemli olabilmenin bir sonucu olsa gerek. Güzel bir makale olmuş Hocam elinize, yüreğinize sağlık. Selametle kalın.